Dünkü yazım CHP Genel Sekreteri Önder Sav’ın telefonunun dinlenmesinde “olasılıklara” ayrılmıştı.
Son olasılık için de aşağıdaki satırları yazmıştım.
Aynen şöyleydi:
Bir de “sakarlık” olasılığı var.
CHP Genel Sekreteri Önder Sav’ın cep telefonu çalar, arayan bir gazetecidir.
Konuşma bittikten sonra Önder Sav, kapatma düğmesine basmayı unutur. Telefonu masanın üzerine bırakır. Konuğu olan valiyle sohbeti sürdürür.
Daha sonra AKP’ye yakın gazetede bu sohbet aynen yayımlanır.
Tıpkı teybe kaydedilmiş gibi... Büyüklere masallar gibi görünse de, insanlık halidir.
Ama...
Bu tek olay Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili’nin, MHP yöneticilerinin ve diğer bir dizi duyarlı ismin aynı kaygıyı yaşamakta oluşunu izah etmez.
Etik nerede?İşaretler, bu sonuncu olasılığa ağırlık kazandırıyor. Ancak...
Koparılan kıyamet gene de “boş” sanılmasın. Açık kalan telefonu -gizlice- dinlemekle bir konuşmanın “telekulak” tarafından kaydedilmesi arasında -büyük- fark yoktur. Sonuçta CHP Genel Sekreteri’nin dalgınlığından yararlanarak konuşması dinlenmiş, teybe alınmış ve onun rızası olmaksızın yayımlanmıştır.
Hukuki durum sorumluluğu gerektiriyor.
Ayrıca...
“Basın etik kurallarına” da aykırıdır.
Düşünün ki bir siyasetçinin, gazeteciye “yazılmamak kaydıyla” söyledikleri bile etik kurallar gereğince yayımlanamazken, açık kalmış bir telefondan dinleme yaparak ve kaydederek gazetede yayımlamak nasıl “sorumlu gazetecilik” olarak görülebilir.
Kaldı ki bu sözlerin yayımlanmasının “kamu yararı” gibi duyarlı bir gerekçeye dayandığı da iddia edilemez.
Amaç “hac” konusunda Önder Sav’ın söylemleriyle, “İslam üzerinden siyaset yapmak ve CHP’yi bu alanda vurmaktır.”
Öte yandan bir valinin siyasi parti genel sekreterine seçimi kazanmak için yapması gerekenleri söylemesi ise en azından “yanlıştır”.
Ama...
Mahkemeler bile “izinsiz dinlemeleri kabul etmezken” valinin, bu konuşmasını gizlice dinleyerek ve kaydederek yayımlamanın meşru kanıt oluşturacağı söylenebilir mi?..
Önder Sav artık sakarlık ve dalgınlık yapacak yaşlarda. Cep telefonunu ya da sekreterinden geçmeyen ofis telefonunu kullanmamaya yemin etmeli.
Bir şey daha...
Bu “olası sakarlık”, telefonları dinlendiği kuşkularıyla huzuru kaçan Türkiye’ye “ilaç” olmaz.
BABACAN ÇAM DEVİRDİ
Babacan’ın Avrupalılara “Ülkemizde sadece farklı dinden azınlıklar değil, çoğunluğu oluşturan Müslümanlar da dinlerini tam yaşayamıyorlar” mesajı veren konuşması gaftır.
Önce “siyasi gaftır”. Bırakın AKP’li olmayan kesimdeki tepkileri bir yana, AKP’liler bile Babacan’a köpürdüler.
Örneğin... Meclis Başkanı Köksal Toptan...
Diyanet İşleri Başkanı, “İslamı özgürce yaşıyoruz” diyerek Dışişleri Bakanı’nı yalanladı.
Hadisenin “diplomatik gaf” boyutu da var.
Bir Dışişleri Bakanı kendi ülkesini ve devletini yabancılara nasıl şikâyet eder?
Dışişleri Bakanı Babacan ile birkaç kez konuşmuşluğumuz oldu. Sözcükleri dirhemle tartarak az laf eden Babacan, “belagat şehveti” tutkunları gibi ayağını boşluğa kaydırmamalıydı.
Keşke bu konuşmanın zabıtları açıklansa... Ortada bir iletişim ya da algılama hatası olduğu ortaya çıksa. Aksi halde... Ülkesini yabancılara şikâyet eden bir siyasetçinin, misyonu Türkiye’nin yararlarını savunmak olan dışişleri bakanlığını sürdürmesi tartışılır.
Öte yandan...
Babacan, Gül ve Erdoğan’ın veliahtı olarak görülüyordu. İleride gerekirse “partide nöbeti devralabilecek üçüncü isim” diye anons ediliyordu.
Babacan kendisine çelme taktı.
Gerçi burası Türkiye.
Balık hafızalı bir siyaset sicilimiz var.
Bu da unutulabilir.
Ne var ki... Bir gün siyasetin doruklarına tırmanmaya başladığında arşivlerden çıkarılarak önüne konur.
Babacan -eğer yapmışsa- bu gafı onarmalıdır.