Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       Geçen hafta Perşembe sabahı, Milliyet'te, PKK'nın - eski ikinci adamı - Şemdin Sakık ile Diyarbakır E Tipi Cezaevi'nde yaptığım konuşma yayınlanmıştı.
Bir hafta sonra, Perşembe...
Kahire'de Başkanlık Sarayı'nda Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek ile konuştum.
Gazeteci yaşamımın çekici yanı, bu olsa gerek.

6 Ekim 1998, Mısır için çok önemliydi.
Çünkü...
Bu tarih, "Yom Kippur Savaşı" nın 25. yıldönümüydü.
Mısır
orduları, ilk kez Süveyş'i geçerek İsrail işgalindeki Sina Yarımadası'na girmişlerdi.
6 Ekim "İsrail'in yenilmez olmadığının, bir kanıtı" gibi görülür.
Mübarek, dün şöyle dedi:
"Çatışma çıkar diye korkuyordum.
Üstelik, Türkiye'deki yetkililerden sürekli tırmandırıcı mesajlar geliyordu.
Bu arada...
Suudi Arabistan, Körfez emirlerinden de, - arabulucu ol - mesajları alıyordum.
6 Ekim'e rağmen, Kahire'den uçtum."
Önce Şam'a giden Başkan Mübarek, Ankara'daki izlenimlerini şöyle anlatıyor:
"Ankara'da, Suriye'ye karşı savaş azmi gördüm.
Herhalde, Suriye de buna askeri karşılık vermek zorunda kalacaktı.
Savaş, bölgeye sıçrayacak ve çok tehlikeli sonuçlar doğuracaktı.
Arap dünyasının, Suriye'den yana tavır koymak durumunda kalacağını görüyordum."
Başkan Mübarek'e, şu görüşü yansıttım.
"Gerekirse savaşmak, - aşamalı ve kooordineli - bir planın uygulamasındaki son aşamaydı.
Arap dünyasının dayanışma ya da desteği hesaba alınarak verilmiş bir karardı."


Ve, sonra sordum:
Ankara'da, size şu mesajın verildiği duyumunu aldım:
"Suriye'nin tutumu, uluslararası vecibelere aykırıdır.
Ülkemizi bölmeyi amaçlayan bir teröristi ve terör örgütünü koruyan ülkeyi, bize savaş açmış sayarız.
Suriye, bunun bütün sonuçlarına katlanır."
Doğru mu?
Mübarek, çok deneyimli bir müzakereci.
Dengeleri iyi kolluyor.
Kritik konulara girmeden, teğet geçiyor.
Nitekim...
"Ayrıntılara girmiyorum.
Ankara'yı savaşta azimli gördüm.
Önemli olan, savaşı önlemiş olmamızdır.
Alınan sonuçtur" demekle yetindi.
Aslında...
16 yıldır Öcalan için Türkiye'nin bütün iyi niyetli ve müzakereye açık girişimlerine kayıtsız kalan Suriye, bu kez Mübarek'in de Ankara'dan aldığı "Gerekirse savaşa azimli" izlenimleriyle, durumun ciddi olduğunu görmüştür.
Ayrıca...
Savaş halinde yenilgi olasılığının ötesinde, Hafız Esad, Başkanlığı da yitirmenin risklerini dikkate almış olabilir.
Mübarek, ihtiyatlı.
Suriye'yi küçük düşürecek söylemlerden kaçınıyor.
"Suriye'de bu krizin çözümünün kendi yararına olduğunu görmüştür" dedi.

Mübarek, Ankara'da gene de "Demirel'den bir aralık kapı işareti aldığını" söylüyor.
Esenboğa Havalimanı'ndan telefon ederek, Hafız Esad ile konuşuyor.
Esad'ın o aralık kapıdan girebileceği izlenimini alıyor.
Bunun üzerine, "Yeniden, Şam'a dönüyorum" diyor.
Dünkü konuşmamızda, bana "Amacının, iki tarafı ne olursa olsun masa başına oturtarak savaşı önlemek olduğunu" söyledi.
Suriye, Apo dahil bütün sorunların bir arada masaya getirilmesini istiyor.
Türkiye ise, "öncelikle ve sadece Öcalan'ı, PKK'yı konuşuruz" görüşünde.
Olmazsa olmaz koşul olarak ısrarlı.
Mübarek'in telefon trafiği ve Mısır Dışişleri Bakanı Amr Musa'nın gerisini getirdiği mekik diplomasisi ile bu koşul da gerçekleşiyor.
Suriye, görüşmenin Lazkiye'de olmasını istiyor.
Türkiye, Diyarbakır'da...
"Kahire ise, Cenevre ya da herhangi bir yer olabilir" deniyor.
Sonuç...
Adana'da iki taraf bir araya geliyor.
Yapılan açıklama, gerçekten ilginç.
Tarihi bir dönüşüm.
Suriye, "Apo ve PKK'yı tüm varlığı ve kökleriyle birlikte dışlayacağını" bir daha kendisi tarafından hiçbir himaye verilmeyeceğini" açıklıyor.
Daha sonra, bunu yerine getiriyor.
Malatya'daki 2. Ordu Komutanı'yla, Suriye Gizli Servisi el Muhaberat Başkanı, Tümgeneral arasında, bir çeşit kırmızı telefon hattı kuruluyor.
Şam'daki, Türkiye ve Ankara'daki Suriye büyükelçiliklerinde, iki üst düzey yetkili, başkentlerin güvenlik ve istihbarat örgütleriyle istedikleri an etkin temaslarda bulunmak üzere, akredite oluyorlar.
Bunlardan sonra...
Mübarek, dün bir çeşit kefalet ortaya koydu:
"Artık, Öcalan ve PKK, Suriye'ye hiçbir şekilde dönemez."


Mübarek'e göre, Türkiye, Öcalan sorununu fazla yüksek sesle ve onu adeta fazla önemseterek, gündeme getiriyor.
İtalya ve Almanya ile, bu konuda daha sessiz ve etkili yöntemlerle sorunu çözebilir.
Kameralardan sonraki söyleşimiz sürerken, bir ara "Ya Roma göz yumarsa, Öcalan ansızın ve gizlice Libya'ya kaçarsa, bu oldubittiye ne yapılabilir" diye sordu.
Sanki, bir şey ima eder gibi konuştu.
Mübarek, "Türkiye'nin İsrail ile yaptığı sınır tatbikatının adı, İsrail'in Türkiye'de eğtim uçuşlarının çok büyütülerek vitrine konduğunu" öne sürdü.
Bunu, ona "İsrail'le sizin de anlaşmanız var. Arap dünyası, neden sadece Türkiye'ye karşı bu yüzden tavır koyuyor? Çifte standart değil mi bu?" sorumun cevabı olarak söyledi.
Ama...
Gene de, Türkiye'nin Suudi Arabistan'la, Körfez ülkeleriyle, Ürdün'le bir imaj sorunu olmadığını ilave etti.
Sezinlediğim kadarıyla sorun, Türkiye'nin, düşük profilde pasif Ortadoğu politikasından çıkıp, bölgeye ağırlık koymaya başlamasıdır.
ABD'nin global stratejisinde, Türkiye'nin Ortadoğu'da rolü ve ağırlığının artmasıdır.

Hüsnü Mübarek'e göre, köktendinci örgütler, bazı Avrupa ülkeleri tarafından besleniyor, destekleniyor.
Onlar da, tehlikenin ne kadar büyük olduğunu görecekler.
Erbakan'ın, Başbakanken o örgütlerden biriyle ilgili sözlerine, Mübarek "çok sert tepki gösterdiğini" anlatıyor.
Arap aleminin ağabeyi konumundaki Mübarek'in, ABD ile de ilişkisi iyi.
İsrail - Filistin barışında da katkıları var.
Ama...
Gene de, kaygılı.
Kahire'de bir kez daha hissettim ki...
Türkiye, bu son kriz boyunca, iyi sınav veriyor.
Cevap bekleyen bir soru...
"Türkiye hangi taahhütlerde bulundu?"
Adana Bildirisi'nde bu satırlar var.
Mübarek, bu konuda açıklama yapmak istemediğini söyledi.
Bir şey daha...
"Güçle, istediğimiz noktaya vardığımızı" daha fazla vurgulamak gereksiz.
Suriye ile ilişkilerde, artık - içimize kolay sindiremesek te - yeni bir dönemi başlatmanın bilgeliğini gösterebilmeliyiz.




Yazara E-Posta: g.civaoglu@milliyet.com.tr