Sonunda evlenmeye karar verdiler. Nikah şahitleriydim. Artık Nişantaşında işyerinin hemen yakınında bir evleri var. Kadıköye gitme ve gelmenin 17 yıllık parantezi kapandı.19 yılı geride bıraktılar.Ancak, her akşam buluştuklarında eşine gene bir gül dalı veriyor. 50 İlk Öpücük / 50 İlk Buluşma filmini izlerken "sevgilisini, 17 yıl boyunca her akşam Nişantaşındaki işyerinden alıp gece saat kaç olursa olsun Kadıköydeki evine bırakan ve 17 yıl boyunca bir akşam bile aksatmadan ona her defasında bir taze gül veren, sonra da, Nişantaşındaki bekar evine geri dönen" arkadaşımı anımsadım. Gelelim filme.Hoş...Güzel akıyor...Konusu şöyle:"Genç kız babasının doğum gününde, geçirdikleri bir trafik kazası sonucu, hafıza kopukluğu yaşamaktadır.Geriye dönük olarak sadece kaza gününe kadarki yaşamını tam hatırlamaktadır.Kazadan sonra, o gün yaşadıklarını ertesi gün tümüyle unutmaktadır.Yaşamına bir genç girer.Fakat o günkü yakınlaşma ertesi gün genç kızın hafızasından uçmuş olduğu için, yeni günde yepyeni ve onun dikkatini çekecek buluşlar üretmek zorundadır. Bunların sunuşlarıyla ve romantik yaklaşımlarla genç kızın kalbini her gün yeniden kazanmaktadır."Müthiş bir ek uğraş... Her gün genç kız onu öperken, "bu ilk öpücük" der.Her gün ilk randevudur.Sonunda evlenirler...Sabahları uyandığında bir gün öncesini ve hatta evliliğini, bir kocası, bir çocuğu olduğunu bile hatırlayamasa da, aşkın yaratıcı gücü gene de bu engeli aşan formülü üretmiştir. Her güneşle doğmak Film, mitolojideki Sisif efsanesini de anımsatıyor.Sisifos, tanrılar tarafından cezalandırılmıştır.Bir kayayı ite ite dağın tepesine çıkarabilirse affedilecektir.Sisifos, her sabah kayayı, ite kaka, yazda kışta, güneş altında, karda, dağın doruğuna kadar çıkarırmış. Sonra, sanki görünmez bir el kayaya dokunur, onu aşağılara yuvarlarmış.Ertesi gün Sisifos, yıllardır her günkü uğraşına sıfırdan ve yeniden başlarmış. Sisif efsanesi Film, eli yüzü düzgün bir Hollywood komedisi gibi görünse de aslında yaşamın "ama neden ben?" dedirtecek buruk sürprizlerini yansıtan felsefe derinliğini ve tıp gerçeklerini sinema dilinde anlatmakta.Zor konu...Tam da Paul Broksun "NÖROPSİKOLOJİYE YOLCULUK" adlı kitabını okuduğum günlere rastladı.Filmdeki genç kız, yaşadıklarını 24 saat içinde unutuyor...Sevgilisini, kocasını, çocuğunu, bir gün önceki öpücüğü, sevişmeyi...Oysa daha acı unutkanlıklar var.Örneğin "sevmek, aşk" duygularını unutmak.Bilinciyle sevgi ve aşkın yerkürede var olduğunu bilmek, ama, beynindeki bir hasar nedeniyle o duyguları dumura uğramış olmak.Örneğin, hepsi de gerçek yaşamdan alınan örneklerle oluşan kitapta, Stuart, bir kaza öncesine kadar büyük aşkı olan Helene "artık seni sevmiyorum" diyor.Helen, ona kızamıyor bile...Çünkü otomobilinin direksiyonunda, evine giderken, öndeki arabadan kopan bir çelik cıvata, ön camdan mermi gibi girmiş, Stuartın beyninin duygu hafızası noktasını tahrip etmiştir.Stuart, artık ömür boyu, sevme ve aşık olma engellisidir.Tedavisi yoktur.Bir çelik cıvata, böylesine büyük değerlerin katili olabiliyor. Sevme engellisi olmak ABD Anayasası "Bu Anayasa, ABD ulusunu devletten korumak için kabul edilmiştir" hükmüyle başlar.Devletin halka "sevgisinin" kanıtıdır.TC Anayasası ise sanki "devleti, halktan korur (!)"Anayasa, bir kere daha değişiyor.Sayfalarındaki kurşun delikleri, ancak, "Devlete karşı halkı korumak" hükmünün ya da hiç değilse bu felsefenin Anayasaya girişiyle kapanabilir.Bir cıvatanın götürdüğü "sevgi" noktasını belki de bu nedenle anlattım.Devletin de toplumla her gün randevusu vardır."İlk randevu" gibi özenli olmalı. Halkını kazanacak sevgiyi sunmalıdır. g.civaoglu@milliyet.com.tr Sevginin Anayasası