El Kaide’nin 11 Eylül saldırısı - tüm üzücülüğüne karşın gene de - Türkiye’ye yaramıştı. Afganistan’a müdahale nedeniyle Türkiye’nin stratejik değeri yükselmişti.
ABD etkisiyle IMF, batmakta olan Arjantin’i yazgısıyla baş başa bırakmış, mali kaynaklarını Türkiye’ye çevirmişti.
Ancak...
Tam tersine AB açısından 11 Eylül, Türkiye’ye karşı rüzgarları sertleştirdi.
"Hıristiyanlar Kulubü" kuşkuları veren AB ülkelerinde, "İslam kaygılarını" derinleştirdi. Türkiye’nin tam üyeliği için toplumda psikolojik tepki duvarlarını yükseltti.
Gerçekten 11 Eylül’den bu yana ABD’de ve Avrupa’da "İslam karşıtlığı" giderek yoğunlaşmakta.
"İslamofobi" yani "İslam fobisi" deyimi yaygınlaşmış bulunuyor.
Böyle bir ortamda Türkiye’nin tam üyeliği o önyargılı psikolojik engellere çarpmakta.
İslam ekseninde yayınlar yeni bir kazanım kaynağı oldu.
Kitapçı vitrinlerinde 11 Eylül’den bu yana başta Kuran’ın tercümeleri olmak üzere İslamı büyüteç altına alan kitapların parseli gittikçe genişliyor.
Şimdilerde bir adım daha ileri gidildi. "İslamofobi" rüzgârlarını arkasına alan İslam karşıtı yayınlar da vitrinleri kaplıyor.
Son örnek...
Ünlü İtalyan yazar Oriana Fallaci bir kitap yazdı;
"Öfke ve Gurur..."
"İslam" için çok çirkin, yansıtırken bile utandığım deyimler kullanıyor. (Liberation Gazetesi 10 Ekim 2002 S/15)
Söz gelişi...
"Allah’ın fareler gibi üreyen çocukları..."
"Müezzin anırması."
"Yemeklerinin leş kokulu dumanları..."
"Kiliselerimizde onların iğrenç sidik izleri."
Oriana Fallaci bu tiksinti veren ve Nazi Hitler’i ve Faşist Mussolini’yi anımsattığı ırk ayrımı satırlarıyla insanlığın yüzünü kızartıyor.
Hedefi belki de "Şeytan Ayetleri" kitabıyla büyük servet kazanan Salman Rüşdi’nin dümen suyunda gitmek. Tek kitapla büyük servet kazanmak.
Biyografi kitaplarıyla edindiği fakat unutulmaya başlanan ismine böyle dini saldırılarla "yeniden doğuş" yaptırmak.
11 Eylül’ün yarattığı dehşet ortamında ne yazık ki pazarı var.
Oriana Fallaci’nin kitabı da çok kısa sürede 1 milyondan fazla satmış.
Medyada, televizyonda alevli tartışmalarla kitabın satışı hızlanarak sürüyor.
Üzülerek belirteyim ki İslam, artık uygarlığa tehdit olarak sunuluyor.
"Müslüman" kimliği daha ilk karşılaşmada "kuşku" unsuru oldu.
New York’ta avukatlık bürosu olan Çiğdem A. Acar’ın, ABD’ye giriş yapan ya da orada kalmak durumunda olan Türkler için ciddi çabaları var. Karşılaştığı güçlükler ve önyargılar düşündürücü.
Avrupa’da da aynı rüzgârlar esmekte.
Daha önce Nazi Almanyası’nda ve Faşist İtalya’da Musevilere karşı gösterilen tepki neredeyse İslama karşı yükselme sürecinde.
Elbette artık "toplama kampları ya da fırınlar yok..."
Fakat...
Irk ayrımı çok belirgin.
Zaten Oriana Fallaci’nin kitabını yayımlayan Plon Yayınevi aleyhine açılan dava da "ırk ayrımı" suçlamasına dayalı.
Fallaci’nin avukatları tümüyle "İslamın ve Müslümanların" değil sadece "İslamcıların" kitapta hedef alındığını iddia ediyorlar.
İslamcılık başka, İslam başka gibi bir savunma yapıyorlar.
Oysa İslam adına terör yapan, kan akıtanlar suçlanmalıdır.
Bu insanlık suçunun kınanması da elbette doğaldır.
Ne var ki...
Hepsini birbirine harmanlayıp İslama karşı bir ortam yaratmak hiç de iyi niyetli görülmüyor.
Bütün bunlardan sonra...
Türkiye açısından önemli olan Fallaci’nin kitabı dahil 11 Eylül ve uzantısı ortamda oluşan karşı rüzgârlardır.
Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğini zorlaştırabilir. Türkiye nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman, fakat devleti laik bir uygarlık olduğunu... Demokratik rejimiyle İslam ülkelerinin teokratik yapılarından farklılığını Avrupa kamuoyuna iyi anlatmalıdır.