Kamera arkasının ilk kayıtları 25 yıl önceye uzanır. O tarihten bu yana hiç kararmamış, üzerine hiç gölge düşmemiş, hatta Güneş tutulması bile yapmamış, ışıl ışıl süren bir dostluk...Öyle çok sık beraber olmak, çok sık konuşmak değil.Ama... Her karşılaşmada, daha bir gün önce saatlerce berabermişiz gibi oluruz."Sezen tutkunları" kulübünün en eski üyelerinden biri olarak imtiyazım da vardır, sorumluluğum da...İmtiyazım, işte böyle 20 yıldır ilk kez yapacağı söyleşi için Şeffaf Oda'ya gelişidir.Hem de çağrıma "Sana gelmeyeceğim de nereye gideceğim" tatlı cevabıyla...Ya sorumluluğum?.. "Bütün konserlerine gitmek, çıkan bütün albümlerini almak, evde, işte, otomobilde keyifle dinlemek ve dinletmektir. Arada bir telefonlaşarak neşesini, yakası açılmadık öykülerini paylaşmaktır."Onun gibi konuşayım:"Biz kulüp üyeleri, bunları Sezen'e yapmayacağız da kime yapacağız?" Sezen Aksu ile söyleşimizin -kamera arkası dahil- tekmil izlenimlerimi yansıtayım... Kamera arkasına devam...Esma Sultan'a zamanında geldi.Ozan Doğulu, kendi ekibi ve peşinden kuyruğunu sallayarak onu izleyen Cano'suyla birlikte...Ve anında tüm düzenin zemberekleri boşandı.Şeffaf Oda ekibi dahil, ışıkçıdan, makyözüne, sesçisine, kamera kullanan arkadaşlardan, foto muhabirine, şoförlere kadar herkes "iş bırakma" eylemine geçti. Sezen Aksu ayini başladı.O da, ne kahkahalar atıyordu...Cep telefonları, çantalardaki, ceplerdeki küçük fotoğraf makineleri ortaya çıktı. Beraber görüntülenme şenliği dakikalarca sürdü.Ardından iki parmak viski ve bir sigara...Giysisini değiştirdi.Saçları yapıldı.Bu arada arkadaşlar, "bana da makyaj yapmasını" rica ettiler. "Kaderde bu da varmış" diyerek aldı eline fırçayı, biraz yüzümü boyadı.Ozan Doğulu'yla hangi şarkıları söyleyebileceğini konuştuk.3-4 şarkı söyleyeceğini sanıyormuş.Oysa kaç şarkısını seslendirdiğinin yarısını, bugün ekranda görürsünüz, programın ikinci yarısı gelecek haftaya..."Hayır" kelimesi onun koskoca kalbinde yer bulamamış. Sezen Aksu ayini Eteği yırtmaçlıydı.Yırtmacın "sürpriz" görüntüler vermemesinin tedbirini aldırdı. "Şeytan prada giyermiş", bu melek ne marka giymiş sormadım, ama şıktı. Sonra bir parmak viski ve bir sigara daha...Çekime başladık... Aktı gitti...Daha önceleri birkaç kez konuşmuştuk."Değişik bir çekim planı uygulayalım" diye düşünmüştüm.Örneğin... Yaşamının dönüm noktalarını oluşturan şarkıları seçerek, onların arkasındaki öyküleri anlatması ve birkaç yılı o eksenin etrafında yansıtması gibi bir yaklaşım önermiştim.Biraz "sesli düşündükten" sonra, bunun çok fazla düzenli, fazla kutu kutu gibi yapaylık izlenimi verebilecek bir çekim olmasından kaygı duyduk."Başlayalım, aksın gitsin" dedik ve öyle yaptık.Ne bir kapris, ne gene mi şarkı gibi bir sızlanma..."Günericiğim 2 konserlik şarkı söyledim" diye takılıyor. Ama kırmıyor, bir şarkı daha...Kahkahalı, müzikli, bazen hüzün parsellerine girildiğinde efkâr dağıtan nüktelerle zamanı akıttık.Hatta sonlarda dans bile vardı.Konuşamadığımız çok şey vardı. Ertesi gün telefonda bunu söylediğimde, "Onları da bir dahaki programa yaparız" demez mi? Melek ne giyer? Son izlenimlerim...Mangal gibi büyük ve o denli sıcak bir yürek...25 yıl önceki kadar güzel.Bir cümlesi, bir cilt kitap...Konfüçyüs'ün dediği "insanın en güzel süsü tevazu" da onda...Yaşamı kolaylaştıran, sevdiren mizahı kaynak suyu gibi pırıl pırıl... Kelimeleri ağzından Yusuf Ziya Ortaç'ın söylemiyle "lati lokum lezzetinde" çıkıyor.....Ve hafızama kazıdığım en güzel sözü: "Mithatcan odasına gitti, lacivert lacivert ağladı. Oğulcuğumun gözleri laciverttir. Ben ona lacivert ağlıyorsun derim." gunericivaoglu@milliyet.com.tr MİTHATCAN LACİVERT AĞLAR