AB Bakanı Volkan Bozkır şöyle dedi:
Özgecan kızımızın menfur bir cinayete kurban gitmesi, bir insan ve baba olarak beni de derinden yaralamıştır.
Şayet benim kızımın başına gelmiş olsaydı ben elime silah alır cezasını verirdim ve cezasına da katlanırdım.
Ama devlete insan öldürmek yakışmaz.
Devletin görevi suçluyu yakalamaktır. Hak ettiği en ağır cezayı vermektir.
Bakan Bozkır’ın “Cezasını ben verirdim” söylemini ülkemizdeki pek çok babanın yürekten fışkıran tepkisini yansıtıyor.
.......................
YILLAR önce “Korku Burnu (özgün adı Cape Fear)” adlı bir filmi izlemiştim.
Ünlü yönetmen Martin Scorsese’nin yönettiği filmin başrolünde Nick Nolte vardı.
Saygın bir avukatı oynuyordu.
Bu korku filminin konusu tam da Bakan Bozkır’ın dile getirdiği “Cezasını ben verirdim” söylemiyle örtüşüyor.
Filmin başında Nick Nolte bir konferans vermektedir.
“Şahsın ceza vermesine” hele “ceza olarak ne yaparsa yapsın faili öldürmesine” karşıdır.
“Cezayı devlet verir” tezini savunmaktadır.
Dinleyicilerden bir soru gelir.
“Birisi sizin kızınıza tecavüz etse ve sonra da öldürmeye kalkışsa ancak onu öldürerek kızınızı kurtarabileceğiniz bir zorunluluk halinde gene de ‘öldürmem’ diye düşünür müsünüz?”
Nick Nolte “Evet, fikrimde ısrarlıyım, sözümün arkasındayım, öldürmem” der.
.......................
NE yazık ki... Kısa süre sonra Nick Nolte (filmdeki avukat Sam Bowden) tam da böyle bir dramatik durumla karşı karşıya kalır.
Atlanta’da yaşayan avukat ailesiyle birlikte sakin ve mutlu bir hayat yaşarken, birden günleri kâbusa dönüşür.
14 yıl önce avukatlığını üslendiği Max Cady (Robert De Niro) hapisten çıkmıştır.
Ve intikam için 14 yıl boyunca kendini hazırlamıştır.
Max Cady bir kıza çok kötü bir şekilde tecavüz ettiği suçuyla mahkum olmuş, yıllarca hapiste yatmıştır.
Oysa avukatı Sam’ın eline Max’ı hapisten kurtaracak bir belge geçmiş olmasına rağmen o belgeyi kullanmamıştır.
Max hapisten çıktıktan sonra önce küçük tehditlere başlar.
Örneğin Sam’ın evindeki köpeği zehirleyerek öldürür.
Ardından Sam’ın yasak ilişki yaşadığı bir kadın avukat arkadaşına tecavüz eder.
Bu yüzden karısıyla Sam’ın arası açılır.
Evlerinin huzuru kaçmıştır.
Sırada Sam’ın 16 yaşındaki kızı Danielle (Juliette Lewis) vardır.
.....................
İZLEDİĞİM en dehşet verici gerilim filmlerinden biri işte böyle başlar.
Nick Nolte eski müvekkili Max Cady’nin elinden kızını ve eşini kurtarmak için müthiş bir mücadeleye girer.
Gözyaşı, kan, tecavüz, ileri şiddet uygulayan Max Cady’yi sonunda öldürür.
Kızını ve karısını ancak kendisi Max Cady’yi öldürerek kurtarabilir.
Konferansta “Cezasını ben vermem, öldürmem” sözü hava da kalmıştır.
.....................
HAYATTA hiçbir şey teorideki gibi değildir. Elbette...
Devletin cezasını beklememek ve bizzat infaz etmek gibi bir tezi savunuyor değilim.
Özgecan’ın babası ve annesinin vakur duruşunu da alkışlıyorum.
....................
AMA... Baba-larının yüreklerinden fışkıran tepkilere de “enpati” yapabiliyorum.
Burada...
Önce yargının “kamu vicdanı” için çok hızlı ve etkin karar vermesi önemlidir.
“İddianamenin hazırlanması, oraya buraya yazılar yazıp bunların gelmesini beklemekle, bilirkişilere başvurularla” celselerin birbirini izlemesi, hükmün sürece yayılması olmamalı.
Geciken adalet, adalet değildir.
Öte yandan, özellikle siyasetçilerin de artık toplumda hangi olumsuzlukları beslediklerini görmeleri gerekir.
Şöyle lafları artık duymamalıyız:
“ - Etek dizüstüyse, ana bile tahrik edebilir...
- Mini etek tahrik sebebidir.
- Mini etek tecavüzün hazırlayıcısıdır.
- 6 yaşındaki kız çocuğuyla evlenebilir.
- Hamile kadın sokakta gezinmemelidir. Ayıptır...”
Ve...
Çöp konteynerlerini dolduracak daha bir sürü zırva...