Seçim sonuçları AKP’nin tek başına iktidarını gösterirken, Türkiye’yi yıllarca en üst görevlerde temsil etmiş bir diplomat şöyle diyordu:
Erdoğan şimdi şu konularda umut ve sağduyu güvenceleri vermelidir. IMF ile ilişkilerin arızasız süreceği... AB’ye tam üyelik için gerekenlerin süratle yapılacağı... Kıbrıs’ta çözüm... Yabancı sermayeye güvence." Bir rastlantı belki.
Erdoğan hepsini yaptı.
Ancak Kıbrıs konusunda ortalığı dalgalandırdı. Erdoğan’ın, Kıbrıs’ta çözüm için Belçika modeli ve toplumlar arası görüşmeler gibi söylemleri üzerine Dışişleri’nde duyarlık yarattı. Erdoğan’a bir sunum yapılması zorunluğu oluştu.
Aldığım izlenim, anlatılanları en dikkatle izleyenin R. T. Erdoğan olduğu. Aynı şeyi bir ABD’li diplomattan yeni Başkan olduğu zaman Bush için de dinlemiştim.
Dış politika goblen dokumak gibidir.
Özenle seçilen her ilmek, goblende tamamlanacak deseni oluşturan sağlam düğümlerden biridir. Erdoğan "Belçika modeli" dedi. Belçika’da Valon ve Flamanların bir arada yaşamlarını Anayasa düzenler.
Yunanistan’ın ve Kıbrıs Rum kesiminin de istediği böyle bir ortak anayasadır.
Rumlara göre 1960 Anayasa’sı ile kurulmuş olan devlete Kuzey Kıbrıs katılmalıdır. Bu katılımla 196O Anayasası, çerçeve olarak sürmekle beraber içeriği Türkleri tatmin edecek şekilde değişir.
KKTC ise madem Kuzeyde ve güneyde iki devlet var. O halde anayasa yerine "Devletler arası kuruluş anlaşması" imzalansın görüşünde. Neden?
Çünkü Rumlar daha önce Anayasa’yı bozdular... Sonra da "Bu bizim devletimizin iç sorunudur" dediler. Eğer yeni ortak yönetim, anayasaya değil iki devlet arasında kuruluş anlaşmasına dayanırsa... O zaman gereğinde o anlaşmayı feshetmek mümkün olur. Ayrıca Belçika’da Flamanlar ve Valonlarla iki devlet değil, iki kesim, iki yönetim ve bunların Brüksel’deki ortak yönetimleri var.
"Toplum" deyimine gelince... Türkiye açısından son kullanma tarihi çoktan doldu.
KKTC artık devlet. KKTC, görüşmeler için bir süredir "biregionale" yani bölgeler deyimini kullanıyor. Hatta... Daha ileri mesafe aldı. "Bizonale" deyimini kullanıyor artık. BM bile bu durumda artık "toplumlararası" deyimini kullanmıyor.
O süreç çok zor oldu.
Şimdi kazanılan mevziden, Türkiye’nin yeni liderinin söylemiyle gerilere "toplumlararası" çağına dönebileceğimiz gibi heveslere kimse kapılmamalı.
KKTC öneriler demetinde Belçika’dan esintiler, alıntılar yok mu? Var... Ama Kanada ve İsviçre modellerinden de var. Yani kendi içinde bir bütün oluşturan "karma"... AB Kıbrıs’ta iki devletten de oluşsa karşısında tek devlet olsun istiyor.
KKTC ise Belçika’dan bazı örnekler koyuyor. "Flamanların bulunduğu bölge, deniz ve balıkçılık sorunları yaşıyor. Valon bölgesinde deniz yok. Eğer AB ile denizcilik ve balıkçılık konularında bir görüşme olacaksa, Belçika merkez yönetimini temsilen toplantılara Flaman yönetimi katılıyor.
Yahut...
Fransızca konuşan Valon yönetimi, merkezi yönetimden bağımsız olarak Fransa ile kültür anlaşması yapabiliyor. Benzer anlaşmalar da..."
Eğer bu esneklik sağlanırsa KKTC de - olursa - birleşmeden sonra Türkiye ile benzeri anlaşmalar yapabilir.
Beçika merkez yönetiminin AB ile bir konuda oyunu belirlemesi için hem Flaman hem Valon yönetimlerinin onayını almak zorunda. Eğer ikisinden biri karşı çıkıyorsa Balçika, AB organlarındaki oylamalarda çekimser kalıyor. KKTC bu koşulu da istiyor.
Böylece üye olduğunda Kıbrıs, adadaki Türk devleti karşı çıkarsa, Türkiye için oylamalarda veto kullanamayacak.
Kanada’dan da örnek... Fransızca konuşan Quebec yönetiminin Fransa ile bazı özel anlaşmaları yapabilmek yetkilerinin olması...
Ayrı ayrı devletlerin bir araya gelmesi bağlamında ise İsviçre örneği bir yönüyle anılmakta. Erdoğan’ın iki sözcüğünü cımbızla seçerek karşısına koyulduğu sanılmasın.
Sözcüklerin arkasında 40 yılın yükü var.