Başkanın adamından polis müfettişine son söz: "Başkan seçilebilirdin. Diğerleri gibi yüzde 72’si su olan bir kadını tercih ettin...
John Malkovich’in yönettiği filmi olan Dancer Upstairs (Üst Kattaki Dansçı) adlı filmde, bu söylemle sarsıldım.
Nice tercihlerimizi, diğerleri gibi yüzde 72’si su olan bir kadın için yapmadık mı?
Ama hangimiz yüzde 72 su değiliz ki?
Başkanın adamı, aslında başkanlık etiketinin bir kadın, bir tutku, bir duygu için reddedilemeyeceğini, kendi zihniyet coğrafyasının değerlerine - belki de değer aşınımına - göre ortaya koyuyordu.
Film, Güney Amerika’da bir büyük terör örgütünün liderini yakalayan ve halk kahramanı haline gelen polis müfettişinin öyküsüydü.
Filmde açıkça belirtilmiyor ama, örgüt lideri aslında Peru’nun Işıklı Yol ihtilal hareketinin başındaki Guzman... Yeraltındaki bir çelik kutuda yaşamaya mahkum.
Molkovich’in filmi, bu terör liderinin öyküsünden yola çıkan Nicholas Shakespeare’in romanından esinlenmiş.
Polis müfettişini oynayan Javier Bardem, bütün ailesi sanatçı olan bir İspanyol aktör.
Hukuk kökenli, sade, dürüst, duyarlı, gösterişsiz bir polis.
Terör örgütü liderini yakalamakla görevli ekibin başı.
Polis müfettişi, evli ve bale dersi alan bir kız babası.
Kızının bale hocası İspanyol sanatçısı Laura Morante ile duygusal bir yaklaşıma giriyor.
Sonunda bale hocasının ders verdiği stüdyonun üst katında örgüt liderini yakalıyor.
Bale hocası örgütün üyesidir. O da tutuklanıyor.
Polis müfettişi artık halk kahramanıdır. Yaklaşan seçimlerde başkanlığa adaylığını koyarsa kazanacağı kesindir.
Başkanın adamıyla buluşurlar.
Başkanın adamına polis müfettişi "üç isteğim var" der ve sıralar:
"1- Bale hocasını karanlık hücreden ışık alan bir hücreye geçireceksiniz. Çünkü karanlık fobisi var.
2- İstediği kadar kitap, kalem ve yazı kağıdı vereceksiniz.
3- Sadece beş yıl yatacak."
Başkanın adamının yanıtı şöyle olur:
"Bunları yaparsak başkanlığa adaylığını koymayacağına söz vermelisin."
Karşılıklı söz verir, anlaşırlar.
Ayrılırken, başkanın adamı, polis müfettişine "Başkan seçilebilirdin. Diğerleri gibi yüzde 72’si su olan bir kadını tercih ettin" der.
Hepimiz yüzde 72’si suyuz.
Kimileri sulu... Kimileri çamur.
Bu filmi Malkovich aksiyon ve siyaset eksenine oturtmamış. Gerilim filmi de yapmamış. Sade, dürüst, şeffaf, duyarlı bir polisin dere suyu gibi pırıl pırıl mütevazı iç dünyasını yansıtmış.
Filmin mesajı için tek sözcük bile fazla.
Lacivert bir Güney Amerika gecesi, tepelerden kentin ışıklarına bakarken bale hocası polis müfettişine sokulmuştur. Ayrılık saatidir. Bale hocası "zaman diktatördür" der.
Zamana tutsaklık, bin kez, bin tür söylemle kafamıza vurulmuştur ama bu sonuncusunu, elektrik akımı almış gibi her hücremde kasılmalarla hissettim.
Şöyle diyordu:
"Zaman diktatördür. Şu saatte kalkacaksın.
Şu saatte şunu, bu saatte bunu yapacaksın... Yıllar böyle akacak. Sonra aynaya bakacaksın. Ayna sana soracak. Bütün o yıllar nereye gitti?"
Hele bizim gibi yaşamı saate endekslenmiş gazeteciler için ne gaddar diktatördür zaman...
17’ye kadar gazete için yazı bitecek.
19’a kadar iki radyoya konuşma...
20.30’a kadar Kanal D’deki günlük konuşmanın hazırlanması ve ekran...
Üniversitede, haftada 2 saat ders...
Zamanın diğer dayatmalarının dışında bunlar "olmazsa olmazlar"ım.
Tutsaklık mı?
Cevap gecikmeden geldi.
Benden hayli ileri yaşlarda bir değerli dostun telefondaki sesi hayat doluydu.
"2003’e çok keyifli girdim kardeşim" dedi. "Sebebini söyleyeyim. Yapacak şeylerim var. Bugün var. Bu hafta var. Bu ay var. Bu yıl var. Hep olacak. Kimse bana bir şey vermese de ben kendime yapacak bir şeyler üretirim" diye sürdürdü.