Recep Tayyip Erdoğan için "siyaset" ile "hukuku" birbirine karıştırmak yanlıştır.
Evet... Erdoğan'ın siyasette önünü kesmek için hukuku silah olarak kullanmak olmaz.
Ama...
Erdoğan'ın kamuoyu yoklamalarında görünen puanları da hukukun önünü kesemez...
Reha Muhtar'ın haber programında yayımladığı "kaset" bağlamında tartışmalar "hukuk" ve "siyasetin" bulamacına dönüştü.
İddialar da, savunma da demokrasi standartı düşük ülkelere özgü lafazanlıkla sürdürülmekte.
Oysa hadise son derece yalın ve açık.
Recep Tayyip Erdoğan "siyasette önlenemez yükseliş" sürecinde.
Kurduğu ve başında bulunduğu parti, kamuoyu yoklamalarında birinci sırada.
Hem de büyük fark atarak.
İlk genel seçimde partisi, hükümetin büyük ortağı, Erdoğan da başbakan olabilir.
Demokrasinin ve Anayasa'nın gereği - içlere sinse de sinmese de - budur.
Türkiye'nin çok partili demokrasi tarihinde en fazla oyu almış bulunan 9. Cumhurbaşkanı Demirel'e, "Tayyip rüzgarının nedenini" sordum. Cevabındaki mesajı şöyle algıladım:
"Tayyip Erdoğan'ın rüzgarını diğerlerinin hava boşluğu yaratıyor."
Yani...
Diğer partiler ve liderler hafif kalmasalar... Hükümet Türkiye'yi üçte bir yoksullaştırmasa... Merkez partilerinde böylesine güven aşınımı olmasa Erdoğan, bu oyu nerede bulacaktı.
Buna bir de solda ve merkezde parçalanmışlığı ve Saadet Partisi'nin emekliler kahvesi görüntüsünü ekleyin... Her şey ortada.
1995'te, oylar gene böyle paramparça dağılmasaydı, Erdoğan aradan sıyrılıp İstanbul Belediye Başkanı olabilir miydi?
Rüyada görse inanmazdı.
O halde "Erdoğan'ın önünü nasıl keseriz" zihniyeti değişmezse, "biz nasıl halkın güvenini kazanırız" sorusu kafalara "dank etmezse", 1995'te İstanbul'da olan, ilk genel seçimde de tekrarlanır.
Erdoğan'ın önlenemez yükselişi, siyaset komplolarıyla önlenemez.
Ayrıca bu "etik" de değildir.
Öte yandan...
Tayyip Erdoğan da bu ülkedeki yurttaşlara göre ayrıcalıklı değildir.
"Kanun önünde herkes eşittir" kuralı onun için de bir milim eksik olmamak üzere geçerlidir.
O bağlamda ilk sınavı, Anayasa Mahkemesi'nin gerekçeli kararıdır.
"Milletvekili seçilemeyeceği" yolundaki hükmü aşmak üzere önünde bir süreç var.
Emsal kararlar... Yargıtay kararı... Bunlarda yeşil ışık yanarsa, yeniden yargılanıp, artık var olmayan bir ceza maddesinden "beraat kararı..."
Ayrıca...
Erdoğan'ın İstanbul Belediye Başkanlığı dönemine ait "ihaleye fesat, irtikap, haksız kazanç vs." davaları var.
Bu da bir hukuki süreç.
Nihayet Reha Muhtar'ın haber programında yayımladığı - sıfat bulmakta zorlandığım ve içimden geçen sözcükleri yazıya yansıtmayacağım - bant.
Rize Savcılığı derhal soruşturmayı başlatmış.
Edindiğim bilgiye göre DGM Savcısı da dosyayı açmış. Tayyip Erdoğan'ın konuşmasında "orduya açık hakaret" olduğu görüşü dile getirilmekte.
Erdoğan'ın "Güneydoğu'ya PKK ile çatışmalara gönderilen askerler", için "bu intihar cellatlığıdır" söylemi üzerinde duruluyor.
TCK 159, açıkça isim verilmese de "matufiyet" nedeniyle orduya, hükümete vs. hakaret suçunun oluşabileceğini öngörür.
6 yıla kadar ağır hapsi gerektirdiği için zaman aşımı 10 yıldır. Tayyip Erdoğan, konuşmayı 25 Mayıs 1992'de yapmış. Zaman aşımından yararlanamayacağı görünüyor.
Elbette karar yargının.
Bu durumda da Erdoğan "daha önce neden bu bandı ortaya çıkarmadılar" söylemiyle hukuk devleti içinde, hukuki savunma yapmış olamaz.
Onun destekçileri de "Erdoğan'ın önü kesilmek isteniyor" söylemleriyle, "davasını mübaşire anlatan akılsız davacı" konumuna düşerler.
Hukukla siyaset... Biri "su"... Diğeri "toprak"...
Karıştırıp "çamur" yapılmasın.