Güneri CIVAOĞLU
ABD'nin,
Irak'a
kuvvet kullanma olasılığına karşı
Türkiye'nin benimsediği
"aracı" tavır gerçekçidir.
Şöyle ki:
Öncelikle
Türkiye, Saddam'ın bir fevri tepkisinin - durduk yerde - hedefi olmamalıdır.
İsrail yetkililerinin de belirttikleri gibi,
Saddam'ın elinde
kimyasal ve
biyolojik bombaları fırlatabileceği
füze başlıkları olup olmadığı bilinmiyor.
Bu bağlamda bir anı yansıtayım...
Körfez Savaşı'nın
kara harekatı henüz başlamamıştı...
Koalisyonun hava gücü,
Suudi Arabistan'ın kuzeyindeki
Dahran Üssü'nden kalkan yüzlerce jet ile,
Irak'ın üzerine bir
bombardıman perdesi örtmüş gibiydi. O günler de hem
Tel Aviv, hem
Dahran'da bulunmuştum.
Özellikle
Tel Aviv Hilton Oteli'nde dehşet yaşıyorduk.
Irak'ın
Tel Aviv'e fırlattığı
SCUD füzeleri, anında radarla saptanıyordu. Kaldığımız
Tel Aviv Hilton'un alarm zilleri çalmaya başlıyordu.
Bunun anlamı, birkaç dakika sonra
SCUD füzesinin
Tel Aviv'e varacağı ve patlayacağıydı.
Otelimizin bir katının koridoru boydan boya
plastik uzun bir balon haline getirilmişti.
Adeta
40 - 50 metrelik bir
dev sosisin içine giriyorduk sanki.
Sığınağımızdı.
Alarm çalar çalmaz, oraya koşuluyordu.
Hepimiz girince,
plastik sosisin ağzı kapanıyordu.
Sonra, başımıza,
zehirli gaz kasklarımızı (maskelerimizi) takıyorduk.
Ellerimizde ise
ilk yardım çantaları vardı.
Zehirli gaz ve ya
biyolojik füze başlığı patlarsa, elimizdeki iğneleri baldırlarımıza saplayacaktık.
Sonra... Uzaklardan ya da yakınlardan bir
patlama sesi gelirdi.
Bir süre beklenirdi.
"Tehlike geçti" anonsuyla birlikte, oteldeki günlük yaşantımıza
- ben de, basın odasına - dönerdik.
Bizimle o dehşet günlerini paylaşan,
sosis benzeri sığınağa koşan ünlülerden birisi de - eskiden Tel Aviv Flarmoni şefi olan - , New York Flarmoni Orkestrası Şefi Zubin Mehta idi. Dostlarının yanına gelmişti.
Zaten, dünyanın her yerinden dolar milyarderi Yahudiler, savaş mevzilerine giden gençlerin sivil hizmetlerini görmek üzere - gönüllü olarak - oradaydılar.
Bu ulusal dayanışma görüntüleri etkileyiciydi.
Bir ulusun ayakta kalma mücadelesi böyle sürdürülüyor.
O günlerde
SCUD'ları havada avlayan, havada patlatan
PATRIOT anti - füzeleri, henüz
Tel Aviv'e getirilip, kurulmamıştı.
Şimdi,
Türkiye aynı tehlike ile karşı karşıyadır.
PATRIOT'larımız yok...
Güneydoğu'da kullanılması gerekebilecek
milyonlarca gaz maskemiz, plastik sığınaklarımız, biyolojik ve
zehirli gaz silahına karşı iğnelerimiz de yeterince yok.
Durup dururken bu riskin alınması gereksiz.
Gerçi
ABD bu kez daha da ileri teknoloji silahlar kullanacak.
Biyolojik silahları daha patlamadan,
30 saniye içinde etkisiz hale getiren bombaları var. Ama... Ya bilinmeyen füze rampalarından
biyolojik silahlar SCUD'larla fırlatılırsa?
Bunun güvencesi yok.
Körfez Savaşı sırasında devrin
ABD Başkanı Bush, diplomasi tarihine geçecek bir başarı sağlamıştı.
Müslüman Irak'a karşı,
İslam ülkeri, Hıristiyan Batı ülkeleri ve
Rusya'yı (o zamanlarda hala Sovyetler Birliği idi) hatta,
Musevi İsrail'i bile bir araya getiren
büyük bir koalisyon oluşturmuştu.
Türkiye, petrol hattını kesmek ve
İncirlik'i
kullanıma açmak kararlarını alırken, bu
genel uyumun içindeydi.
Şimdi ise
Rusya ve
Fransa bile
ABD'nin
Irak'ı vurmasına soğuk bakıyorlar.
Müslüman ülkeler, Irak'a karşı bir
ABD harekatına destek vermiyorlar.
Bu durumda...
Türkiye'nin
"kraldan fazla kralcı" olması gereksiz.
Körfez Savaşı öncesi
Türkiye'ye uzatılan oltanın ucunda yem olarak
"bir koy, üç al" vaadi sallanıyordu.
Sonuç...
Türkiye, bir koymuştur, ama vaadedileni alamamıştır.
Körfez Savaşı bağlamında zararımız - abartılmış rakamlarla -
35 milyar dolardır.
Bunun onda birini bile ödemediler.
Ne
Araplar... Ne
ABD...
Türkiye, artık
yoğurdu üfleyerek yemek gibi bir
ölçüsüzlük yapmaz, ama
sütten de ağzını bir daha yakmaz.
İşte...
ABD bir gün içinde karar vermiştir.
Vietman'dan çekilircesine,
Kuzey Irak'ı boşaltıvermiştir.
30 bin
peşmerge casusunu da alıp, gitmiştir.
Geride ise aynı sınır çizgisinin iki yanındaki
Türkiye ve
Irak başbaşa kaldılar.
Sel gider, kum kalır...
Türkiye, Batı İttifakı'nda kalmalı, ama komşularını da kırmamalıdır.
ABD ile dostluk
Merhum İnönü'nün deyimiyle
"aynı yatağı paylaşmak" demektir.
O nedenle,
ılımlı ve
özenli olmalıyız.
Arabuluculuk formülü bu açıdan aklın yoludur.
Yazara EmailG.Civaoglu@milliyet.com.tr