Olaylar öyle karıştı ki, bu pazar yazısını da gene siyasete ayırmak gerekti.
Hasan Cemal'in "Kimse Kızmasın, Kendimi Yazdım" kitabı, keyifle okunuyor.
Hasan, Shakespeare'den bir alıntı yapmış:
"Bütün dünler, bugünleri aydınlatan fenerlerdir."
O halde...
FP'nin, bugünlerde, çoğunlukla Erbakan'ın yanında yer almış görüntüsünü, dünün fenerleriyle aydınlatmaya çalışalım.
Bayar ve Demirel
1960'lı yılların sonu...
27 Mayıs 1960 ihtilali olmuştu.
Eski
DP'nin devamı olmak rüzgarıyla ve
Bayar ile arkadaşlarına siyasi haklarının iadesi umuduyla kurulan
AP, tek başına iktidardı.
Genel Başkan ve
Başbakan, henüz
39 yaşlarındaki Süleyman Demirel'di.
Ancak...
Hala kalıntıları olan juntalar ve komutanlar, buna kesinlikle karşıydılar.
Demirel de o dengeleri kolluyordu.
Demirel, aslında
gerçekçi politika izliyordu.
Barut fıçısını ateşleyecek fitili yakmamaya özen gösteriyordu.
Ama...
Partisinin içinden büyük sayıda milletvekili,
Bayar ve arkadaşlarından yana tavır koydular.
Çünkü bu mantık değil, duygu olayıydı.
Gerçekleri teslim alıyordu.
Böylece...
Adalet Partisi'nden
Demokratik Parti doğdu.
Celal Bayar'ın ve eski
DP'lilerin hakları iade edildi.
Görüşlerini hiç benimsemesek de,
Erbakan, bir bakıma kendi camiasının
Bayar'ıdır.
Demirel ve Özal
12 Eylül 1980 ihtilalinden sonra siyasi haklarından mahrum edilen
Demirel'in etrafında da gittikçe genişleyen bir destek oluştu.
Siyasi hakların iadesine hayır kampanyası yaparken,
Özal aradığı desteği kendi partisinde bile yeterince bulamadı.
Özellikle
Anavatan'daki eski
Adalet Partililerin çoğu, Demirel'in siyasi haklarını
- belli etmeseler bile - kazanmasından yanaydılar.
Hele
DYP'ye gelince...
Bu partinin başında
Cindoruk vardı ama adını bile
Demirel'in koyduğu
DYP'nin ondan kopuk olması mümkün müydü?
Kıssadan hisse
Necmettin Erbakan da, partinin adı değişince, bütün bir geçmişten sökülmüş ve koparılmış olabilir mi?
30 yıllık manevi ağırlık, birdenbire sıfırlanır mı?
Her birini tek tek milletvekili yaptığı kişiler, ona sırt çevirebilirler mi?
Çok zor.
Aslında...
Kutan ve
Aksu, Gül, Arınç gibi isimler, şu duyarlı dönemde gerçekçi politika uygulamak istiyorlar.
Barut fıçısını ateşlemenin yanlışını görüyor olmalılar.
Ama...
Tabandaki duyguları aşmaları çok zor.
Üstelik,
"İmamın dediği olur" ilkesinin benimsendiği bir cemaatte.
Bir ders
Sonuç...
Bir görüşe göre, bu girişim tadında kalırsa...
Yani
liderlere dönük kişisel hesaplaşmalara, seçim ertelemelerine, kişisel imtiyazlar yaratmaya uzanmazsa... Sadece
demokratik yasaların çıkartılmasıyla yetinilirse... Ve de seçimler zamanında yapılır,
rejim bunalımına neden olacak tavırlardan sakınmaya özen gösterilirse....
O zaman
TBMM'yi toplamak girişimi yararlı bile olabilir.
Örneğin...
Meclis'i milletvekillerinin çalıştırmadığı iddialarındaki
boşluk ortaya çıkar.
Liderlerin işlerine gelmediği zaman,
Parlamento'yu tatile soktukları anlaşılır.
Ayrıca...
Bundan böyle
liderler de,
eşleriyle, aileyle, birkaç yarenle baş başa verip, milletvekili listesi yapamayacaklarını artık öğrenirler.
Öte yandan bir diğer görüş...
Küskünler hareketi kabak tadı verirse, arı kovanına çomak sokulur.
Onlar da, sistem de herhalde önemli dersler alırlar.
Ve nihayet...
Hükümet, olgunlukla, sağduyuyla bir kriz yönetimi uygularsa, belki
Türkiye, bunalımı
az hasarla aşabilir.
Aksi halde...
Hükümetin düşmesinden
18 Nisan'da seçim sandıklarının kurulmamasına kadar bir siyasi kaosun ayak sesleri duyuluyor.
Yazara E-Posta: gcivaoglu@milliyet.com.tr