Kritik süreçteyiz.Önce...AByi bir Hıristiyan kulübü haline getirerek, halkının çoğu Müslüman olan Türkiye ile arasına duvar çekme çabaları...İki büyük kilise; Katolikler ve Protestanlar güç birliği yaptılar. Katolik Piskoposlar Konferansı Başkanı Lehmann ile Protestan Kilisesi Konseyi Başkanı Kock, diğer ülkeler temsilciliklerine ortak imzalı birer mektup gönderdiler.Avrupanın geleceği konvansiyonu başlangıç maddesinde "ABnin Hıristiyan karakterinin vurgulanmasını" istediler. "ABnin dini mirasına Tanrıya da atıfta bulunularak yer verilmedir" önerisinde bulundular. Seçimler her 4 - 5 yılda bir yapılır. Ama AB treni Kopenhag istasyonundan da kaçarsa bir daha yakalanmaz. Türkiyenin yanıtı Özeti şöyle:"- Tam üyeliğe aday Türkiye, laik devlettir. ABnin de siyasi ve ekonomik eksenli laik bir topluluk olduğu görüşündeyiz.- AB ülkelerinde 15 milyon Müslüman bulunmaktadır. ABde diğer dinlerden de milyonlar yaşamakta.AByi Hıristiyan topluluğu olarak göstermek iç uyumu tehdit eder.- Hıristiyan kimliği ön plana çıkarılmış AB, diğer dinlerden uluslarla ilişkilerinde zorlanır. Ayrıca AB, köktenci eğilimleri ve dine bağlı şiddeti tetiklemiş olur. Böyle yanlışlarla 11 Eylüle gelinmişti.- Şubat 2002de İstanbulda düzenlenen İslam Konferansı Örgütü ile AB Ortak Forumu laik Türkiyenin girişimiydi. İstanbul ruhu söylemi ile küresel siyasette önemli bir yer tuttu.Bu girişim bile laik Türkiyenin AB için önemini ortaya koyar." Türkiye Dışişleri Bakanlığından bu öneriye ciddi bir yanıt geldi. Maskeler insin ABden gelen olumsuz sesler son günlerin gazete sayfalarında ve TV ekranlarında izleniyor.Bu bağlamda Avrupa basınından derlediğim bazı satırlarla bakış açılarını yansıtmaya çalışayım: "Türkiye, yıllardır AByi zor durumda bırakmakta. Çünkü ABye üye olma ısrarı, Avrupa yönetimlerini ikiyüzlü davranmaya zorlamakta. Resmi açıklamalarda Türkiye koşulları yerine getirirse üye olabilir deniliyor. Ama kapalı kapılar ardında bunun mümkün olmadığı söyleniyor.Bu bir riyakârlıktır."......"TBMMnin reform kararlarıyla ABnin uzun süredir istediği reformların bir kısmı yerine getirilmiştir. Genişlemeden Sorumlu Komiser Verheugen de, - hemen - sözcüsü aracılığıyla bu reformlarla Türkiyenin AB safında yer aldığını duyurmuştur. Bunlar aceleci sözlerdi. Nitekim Verheugen, daha sonra kriterlerin tamamının yerine getirilmediğini söylemiştir. Örneğin, askerin rolü ve medya özgürlüğü ileriye doğru atılması gereken diğer adımlar demiştir."....."Sonbahar ilerleme raporunda, değerlendirmeler hangi yönde olursa olsun Türkiye ile tam üyelik müzakerelerine başlama zamanının geldiği ifadesi yer almayacaktır. Kopenhag zirvesi bir Türkiye zirvesine dönüşmeyecektir." Kopenhag randevusunda Türkiye için karar saati yaklaştıkça maskeler inmekte, karşı rüzgârlar sertleşmekte. Direksiyon kimde? Bazı reformcular şantaja başvurarak, seçim şanslarının azalmaması için ABden ödünler koparmak istiyor. Onlar İslamcılara ve milliyetçilere karşı seçimleri kaybederlerse AB bunun suçunu üstlenecek midir. Saçma..."......"AB yönlendirici bir direksiyon olmaktan çıkıp, direksiyonu Türkiyede olan motor haline geliyor. Her reformun ödüllendirilmesi, zamanla, önce ödülün verilmesi, sonra reformun bunu takip etmesi gibi bir tehlikeye dönüşebilir.Oysa ABye katılmayı Türkiye istemekte, AB değil. Pazarlık olanaklarını AB, Ankaraya kaptırmamalı."......SONUÇ: Seçime odaklanan ve içeriye kapanan siyasi partiler, Avrupa Şampiyonlar Ligi vizyonundan yoksun, Edirneden ötede iddia taşımayan futbol kulüplerini andırıyor. g.civaoglu@milliyet.com.tr "AB, Türkiyenin iç siyaset girdabına çekilmektedir. Her küçük reform adımında, AB, Türkiyeye yeni ödünler vererek, Türkiye iç politikasında sorumluluk üstlenmiştir.