Son fırtına iki yüksek basınç alanında oluştu.
Biri... Özellikle yabancı bankaların döviz fiyatlarını yukarı çekerek ekonominin ateşini yüksek tutmaları...
Günde en fazla 50 milyon dolarlık alış yapıyorlar ama kuru yukarılara ittikleri için Türkiye'yi günde yüzde 7 - 8 yoksullaştırıyorlardı.
Bunu daha önce başka ülkelerde de özellikle Malezya'da uygulamışlardı.
Merkez Bankası'nın ihale yöntemiyle ve küçük miktarlarda döviz satışları ise etkili olamıyordu.
IMF ile yaptığı anlaşma gereği ihale dışına çıkması sınırlanmıştı.
Bu nedenle spekülasyon yapanlar değneksiz köyde rahatça at oynatacakları alanı bulmuşlardı.
Bazı özel bankalarla yapılan toplantının özü, gidişe "dur" denilmesi.
"Dövizi yukarı çekerek, küçük oranda taleplerle ekonominin ateşini yükselten yabancı bankalara ve bazı spekülatörlere, bu kez doğrudan özel bankalar satış önerisinde bulunacaklar."
Daha önceki günlerde olduğu gibi özel bankaların "kurlar yükseldikçe - ne satar ne alırız - kabuğuna çekilme politikası" bırakılıyor.
"Bu ülkeyi kimseye yedirmeyiz" noktasına gelindi.
Talep anonsunda bulunan banka, karşısında önce bu özel bankaları bulacak.
"Al istediğin kadar dolar" denecek.
Arz bu kadar fazlalaşınca alıcıların da yelkenleri suya indirecekleri öngörülmekte..
Peki... Özel bankaların güvencesi?
Onlar da Merkez Bankası ihaleleriyle elden çıkardıkları dövizi tekrar karşılayabilecekler.
Böylece Merkez Bankası döviz ihaleleri, gerçek etkinliğine kavuşacak.
Ayrıca... Satıcının kim olduğu ekranlarda görünmeyen sistemde Merkez Bankası - yapacağını sanmıyoruz ama - spekülatörleri kulaklarından dolar fışkırıncaya kadar göğüsleyebilir.
Bir formül de telefonla satış.
Ekranda döviz talebi gördüğü anda Merkez Bankası'nın ihale gerekmeden telefonla satış yapması mümkün.
Büyük bir sürpriz olmazsa ve gene siyaset çamları devrilmezse, spekülatörlerin nefesi kesilebilir.
Bunlar, bazı yabancı bankalara da uygun bir dille anlatılmış olmalı.
Elbette sadece "değnek" gösterilmiş değil.
Bankalara "Ziraat Bankası'nın ilk kez son 3 ayda zarardan çıktığı, Halk Bankası'nın görev zararı olan 890 milyon dolar karşılığının konulduğu" anlatıldı...
"Türkiye'nin her ay ihracat, işçi gelirleri, turizm gelirleri, bavul ticareti nedeniyle hiç IMF yardımı olmasa bile 1 milyar dolar artıda olduğu" da söylenildi.
"IMF ve Dünya Bankası'ndan gelen ek paralarla Türkiye'nin sağlam döviz pozisyonuna sahip olduğu, bankaların sendikasyon kredilerinde zorlanmadığı" vurgulandı.
Kısacası... "Türkiye'nin spekülasyonlarla komaya girmeyeceği" rakkamlarla gösterildi.
Fırtınanın ikinci nedeni elbette siyasiydi.
Her fırtınanın bir adı... Örneğin El Nino...
Türkiye'dekinin de adı El Enis olabilirdi.
Uzaklaştı.
Böylece piyasaların ateşi düştüyse de gene bazı tavırların ortaya konması gerekiyordu.
Bunlardan biri de dünkü liderler zirvesinde Bahçeli'nin Kemal Derviş ile aynı fotoğraf karesinde yer almasıydı.
"Bahçeli'nin Derviş'le birlikte liderler toplantısı düzenlenmesine karşı olduğu, hatta 'gitmesini' önerdiği" gibi söylentiler, olumsuz psikolojik etki yapmaktaydı.
Bazı ciddi ekonomik ek önlemlerin de açıklanması gerekmekteydi.
Vakıflar Bankası'nın özelleştirme kararnamesinin imzaya açılması, bu kararlılığın simgesel kanıtı.
Ayrıca... Enis Öksüz operasyonunun ötesinde...
Hükümetin güven tazeleyecek yeni bir vitrin çizmesi gündemde.
Belki biraz beklenecek.
Anavatan Kongresi sonrası...
Son krizlerde yabancı gözlemcilerin alınan tedbirler için yorumları şöyle oluyordu.
"Too late, too small..." (Çok geç, çok küçük)
Bu kez aynı yorumlar olmamalı.
Türkiye sıyırıyor galiba...