Milliyet, hem siyasetin gündemini oluşturmakta hem de karanlıkta ışık huzmeleriyle çıkış yolları göstermekte.
Dün Çankaya Köşkü’nde Cumhurbaşkanı Gül’ün bir önceki Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ü yemekte konuk etmesi bunun son örneği...
Gül, Özkök’e “Milliyet’te Fikret Bila’nın yazısını, sözlerinizi okudum... Bu nedenle sizi dinlemek istedim” mesajını veriyor.
Özkök de Çankaya Köşkü’nden çıkışta, “Fikret Bila’ya bir mülakat verdiğini ve bazı önerilerde bulunduğunu” anımsatarak şunları söylüyor. “Bu konuda sayın Cumhurbaşkanım biraz daha detaylı bilgi edinmek istemiş olacaklar ki beni davet ettiler. Memleketimizin durumu hakkında şöyle bir ufuk turu yaptık. Daha ziyade gazetede yer alan önerimle ilgili oldu.”
Özkök’ün önerisi, Fikret Bila’ya verdiği ve 3 Temmuz tarihli Milliyet’te yayımlanan mülakatta şöyleydi:
“Resmi bir aktör, daha geç olmadan ortaya çıkıp ortalığa çekidüzen verecek bir hareketi, halkı da arkasına alarak gerçekleştirmelidir.
Kurumlararası tesanüdü kimin sağlayacağı, Anayasa’da açıkça belirlenmiştir.” (Cumhurbaşkanı... G.C.)
Böylece Milliyet, hem gündemi belirledi hem de demokrasiye yapıcı bir katkıda bulunmuş oldu.
Gene 3 Temmuz tarihli Milliyet’in manşetinde Özkök’ün çıkışının hemen yanında gündemi belirleyen bir başka haber daha vardı.
Eski AİHM Yargıcı Rıza Türmen, Milliyet için yazmış ve Avrupa İnsan Hakları sözleşmesi çerçevesinde uyarılarda bulunmuştu.
Örneğin...
Yakalama ve tutuklama yasal ve yargı önüne çıkarmaya yönelik olmalı.
Yakalanan herkese “neden gözaltına alındı derhal bildirilmeli... Tutukluluk makul süreyi aşmamalı...”
Ergenekon soruşturması çerçevesindeki bazı uygulamaların tartışma yarattığı bir sırada bu uyarılar hukuk çıtasını sığ çatışmaların ve toz dumanın içinden yukarılara, çağdaş demokrasi standartlarına kaldırmaya odaklıydı. İçeride ve dışarıda yankılandı.
Cumhurbaşkanı Gül, önümüzdeki pazartesi günü de Çankaya Köşkü’nde öğle yemeğinde Türmen’i ağırlayacak.
Milliyet’in manşetinde aynı gün çıkan iki haber ve hemen ertesinde Çankaya Köşkü’nün aralanan kapıları...
İşte... Milliyet’in Türk halkına “yalnız değilsiniz” seslenişinin son birkaç kanıtı...
“Makulü normalde”
Gene Metin Toker’in “makulü normalde aramak” referansı, yolu aydınlatabilir.
Açayım...
Önce Anayasa Mahkemesi davası...
“Makul” olan, yargı kararının beklenmesidir. “Normal” olan ise yetkili sıfatıyla Yargıtay Başsavcısı’nın davayı açması, davanın Anayasa Mahkemesi’nde görülmesi ve karara bağlanmasıdır.
Ama... Yargıtay Başsavcısı’nı, Anayasa Mahkemesi’ni yargılamaya kalkışmak ve “yargı darbesi” yaftasını asmak ne “makul” ne “normal” olandır.
Yaşanmakta olan kaosun bir ayağı budur.
Ergenekon’a gelince... Burada da “makul” olan “kanun önünde herkesin eşit olduğu” temel kuralından hareketle, orgeneraller dahil ilgi kuşkusu kuvvetle hissedilen isimlerin sorgulanması, savcı ve hâkim önüne çıkarılmalarıdır.
Suçlu olan cezasını çeker. Ayrıcalık yoktur.
Yani... “Koskoca orgeneraller nasıl gözaltına alınır?” itirazları kadar “Yüzde 47 oy almış parti için nasıl kapatma davası açılır?” diklenmesi de yanlıştır.
Omuzdaki yıldızlar da, sandıktan çıkan oy oranı da kanun önünde eşitlik ilkesini bozamaz. Yasalardan yüksek bir statü veremez.
Örneğin... Yargıtay Başsavcısı’nın iddianamesini delik deşik edercesine vuranlar, Ergenekon iddianamesini 1 yılı aşkın süredir hâlâ hazır olmadığını, tutuklananların neden suçlandıklarını bile bilmeden içeride yattıklarını sorgulamalıydılar.
Bunların tümü ne “makul” ne de “normal” olandır.
POYRAZOĞLU IMF AJANI (!..)
Son yıllarda Türkiye tek başına gösteri yapan komedyenler için “stand-up” ithal sözcüğünü kullanıyor.
Kuruçeşme’deki gösterisine gelirken bir yurdum insan Ali Poyrazoğlu’nun önünü kesiyor.
“Sen de mi Ali Poyrazoğlu, IMF’nin ajanı oldun? Sen de mi başladın stand-up yapmaya?”
Ali Poyrazoğlu az sonra izah etti.
Meğer vatandaşımız sahnede yapılan “stand-up”la IMF’nin ekonomide yaptırdığı “stand-by”ı fena halde karıştırmış.
Neyse ikisi de güldürüyor. Birincisi tatlı, ikincisi ise acı... Poyrazoğlu’nu Kuruçeşme Divan’da “Koçum Benim” gösterisinde izledim. Hem güldürdü, hem yaşamlarımıza ayna tuttu. Bir süredir hayatımıza “yaşam koçları” girdi.
Sporda teknik çalıştırıcı gibi onlar da psikolojik, fiziksel, entelektüel yardım veriyor. Yön bulmamıza, karmaşadan sıyrılmamıza destek oluyorlar.
Poyrazoğlu’nun yaşamın değerini sorgulayan, güldüre güldüre ve kafalara vura vura sokan gösterisi 1 saatlik yaşam koçluğuydu.
Kamil Koç grubunun sponsor olduğu bu gösterinin “Koçum Benim” adı, diğer anlamıyla merhum Kamil Koç’un anısına gönderme yapıyor.
Tiyatro dilinde de buna “kelime oyunu” derler.
Ali Poyrazoğlu’nun sahnedeki oyununun da kelime oyunlarının da tadı damağımda...