Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

CHP’den birkaç milletvekilinin “halka faşist gidişe karşı direniş çağrısı” şu iki temel kurala aykırıdır; “doğru zaman” ve “doğru kişiler...”
Tunus, Mısır, Yemen, Arnavutluk ve Ürdün’de halk meydanlarda, caddelerde sel suları gibi akarak yönetimlere dalga dalga, köpük köpük vuruyor.
Tunus devlet başkanı devrildi bile...
Mısır devlet başkanının “geleceğin başkanı” olarak gösterilen oğlu ve eşi ülkeden kaçtılar.
Fay kırığının uzandığı Ürdün’de halk depremi çatırtıları kulağa geliyor.
Böyle duyarlı bir süreçte halkı “direnişe” çağıran bildiri talihsiz bir zamanlamadır.
Zaten içeride PKK ile “düşük yoğunlukta savaş“ yaşanırken... Kürt sorunu bir “Tsunami” dalgasına dönüşürken... Domino taşları etkisiyle halk isyanlarının “aman, Türkiye’ye sıçramasın tedirginliği” uç verirken bu çağrı yanlıştır.
Toplumun sinir uçlarına elektrik akımı vermek gibidir.
CHP’ye “getirisi” olmamıştır.
“Zamanlama hatasına” devam...
Türkiye 4 ay sonra genel seçimlere gidiyor.
Sandıklarda vereceği oylar meşru ve en etkin “direniş” şansıdır.
Ülkeyi “kaotik” bir ortama sürükleyecek sokaklara dökülme eylemleri “apokaliptik (kıyamet)” kaygılara sürükler insanlarımızı.
Genel seçimler öncesi kim böyle bir karanlık serüvenin arkasında gider?
“İstikrar” için bir kez daha “tek başına iktidar” isteyen AKP’ye karşı CHP’nin halka sunması gereken seçenek bu mu olmalıydı?
Neyse ki birkaçı partinin üst düzey yetkilileri olsa da sadece 10 milletvekilinin yaptığı çağrı elbette CHP’yi mal edilemez.
Ama...
Gel de anlat.
Şimdi CHP üzerine yapışan bu etiketten kurtulmaya çalışarak enerji savurganlığı yapmak zorunda kalmıştır.
İkinci temel kural “doğru adam”a gelince...
“Halkı faşist gidişe karşı direnişe geçirmek” gibi bir çağrı sadece 10 milletvekili imzasıyla mı yapılır?
Başta “zamanlama” olmak üzere bir dizi yanlışın ötesinde “bir gün, bir iktidara karşı halka direniş çağrısının” ciddiye alınması için şartlar vardır.
Tüm demokratik yolların tükenmiş olması ve son çare “halk direnişi” çağrısının, partinin karar organları tarafından yapılması alfabenin ilk harfleri gibidir.
Yoksa hiç kıymet-i harbiyesi olmayan 10 imzalı bir çağrı, buğulu cama parmakla yazmak kadar bile iz bırakmaz.
CHP’nin de imajından parçalar koparır.
CHP’nin içinde her kafadan ses çıktığı gibi gözlemlere neden olur.
Durup bir düşünseler, “bu çağrı CHP’ye mi yaramıştır, AKP’ye mi?”

Haberin Devamı

HANGİ BAŞKANLIK MODELİ
Seçimlerden sonra yeni anayasa ile “başkanlık sistemi” getirilmesi tartışmaya açıldı.
Hem de doruklarda.
Cumhurbaşkanı, Başbakan, Meclis Başkanı, Başbakan Yardımcısı görüş açıkladılar.
Başbakan Erdoğan “başkanlık sistemini” savunurken diğerleri “karşı” tavır dilini kullandılar.
AKP “büyük Türk büyükleri” arasında yol ağzını konu alan polemiğe girmeyeceğim.
Malumu ilan olur bu.
Ama çok daha önemli olan “öz”dür.
“Hangi başkanlık sistemine taraftarsınız?”
“Hangi başkanlık sistemine karşısınız?”
Misal...
ABD’nin başkanlık sistemi mi?
Orada, başkanın yetkileri hiç de sanıldığı gibi büyük değildir.
Son örneğini ABD’nin Ankara’ya büyükelçi atamasında gördük.
Obama’nın büyükelçi adayı tek bir senatörün itirazına takıldı.
Senatörün gerekçesi bu diplomatın görev yaptığı ülkelerde iktidarlarla çok yakın ilişkiler kurduğu fakat muhalefete soğuk kaldığıydı.
Senatör “demokrat bir ülke olarak ABD, ülkelerin muhalefet partilerinin görüşlerini de almak ve değerlendirmek zorundadır” diyordu.
Aday, Senato’ya çağırıldı.
Senatörler tarafından sorgulandı.
Aylar sonra Obama’nın atama önerisi Senato’da onaylanabildi.
O onay alınmadan, büyükelçinin atamasını süper büyüğün, süper patronu Başkan Obama kendi iradesiyle yapamaz.
Sadece büyükelçi değil, başka atamalarda da durum aynıdır.
Düşünün...
Türkiye başkanlık sistemine geçecek ama başkan seçilirse Erdoğan bir büyükelçi atamasını bile yapacak yetkiye sahip olamayacak.
Bunu kabul eder mi?
Dışarıdan hoş görünse de ABD’nin başkanlık sistemi Türkiye’ye uymaz.
Hele Erdoğan’a hiç...
Bir başka modele geçelim?
Avrupa’da başkanlık sistemi sevilmez.
Sadece Fransa’da yarı başkanlık sistemi var.
O sistemde eğer Meclis ve Senato çoğunluğu başkanın partisindense sorun olmaz.
Başkan “tek egemen”dir.
Ama...
Meclis ve Senato’da çoğunluk başka bir partiye geçerse başkan Elize Sarayı’nda “pahalı bir süs” olur.
Yasama organlarında sosyalistler çoğunluktayken 17 yıl başkanlık yapan François Mitterand “Tanrı” diye anılırdı.
Sosyalistler çoğunluğu kaptırdıklarında Mitterand “göstermelik” hale geldi.
Bu da ne Türkiye’ye uyar ne de Erdoğan’ın doğasına...
Gelelim Güney Amerika’nın başkanlarına...
Orada başkanlar “seçilmiş krallar”dır.
Türkiye Güney Amerika modeline mi geçecektir?
Buna, AKP’nin kurucuları ve büyükleri olan Gül, Arınç ve Şahin bile daha hangi model olduğuna bakmaksızın “apriori (kafadan)” karşı tavır koydular.
Ya Rusya?
Başkanken başkan, yerine kendi ağzına bakan birini başkan seçtirdiğinde başbakanken de başkan.
Mısır, Azerbaycan, Kuzey Afrika modellerini kimse düşünemez bile.
Bakalım “Türkiye’ye özgü” nasıl bir başkanlık mimarisi projesi çizilmekte.