Güneri CİVAOĞLU
95 Ekiminde
EUROPINION kuruluşu,
Avrupa Birliği için bir kamuoyu araştırması yapmıştı.
Avrupa Birliği üyesi ülkeler halklarının
yüzde 43'ü Türkiye'nin tam üye olmasına "EVET" cevabını vermişlerdi. Sadece
yüzde 45'i "HAYIR" demişti.
Yüzde 2 cevapsızdı.
Yani...
Hemen hemen eşit.
Bu araştırmaya göre,
Türkiye'nin kamuoyu tarafından istenmediği ve o nedenle politikacıların
Türkiye'yi dışladıkları doğru değil.
Ama...
"En az istenenin Türkiye olduğu" da bir gerçek.
Fakat...
Büyük farklar yok.
Örneğin,
Slovenya yüzde 46, Romanya ve Litvanya yüzde 50'şer, Estonya yüzde 51, Bulgaristan da yüzde 53 oranında "EVET" oyu almış.
Görüldüğü gibi, aradaki fark ihmal edilecek kadar küçük.
Hele bir Müslüman ülke için.
Türkiye'yi, en çok
Hollanda, Portekiz, İspanya ve İtalya destekliyor.
Eğer,
1995'ten bu yana Avrupa kamuoyunu etkileyebilecek, ciddi ve yoğun bir tanıtım kampanyası yapılabilseydi, geçtiğimiz hafta
AB zirvesinden çok farklı bir karar çıkartmamız mümkün olabilirdi.
Politikacılar, halklarının eğilimlerini yansıtırlar.
Ortalamayı
yüzde 50'nin üzerine çıkartmak için 8 puan artış sağlamamız yeterli olabilirdi.
Zamanı hep zamana bıraktık. Zamanı iyi kullanamadık.
Örnek...
Türkiye'nin
Avrupa politikasındaki gerileme sürecinin ölçütü şudur:
20 yıl önce rakibimiz
Yunanistan'dı. Neresinden bakılsa, tarihi ve büyüklüğü olan bir devlet...
Bugün aynı terazide tartıldığımız ve ne yazık ki hafif kaldığımız ülke,
Bakırköy kadar bile olmayan Güney Kıbrıs - Rum yönetimi.
Zaman tünelinden
1975 yılına uzanalım.
Yunanistan'da albaylar cuntası devrilmişti.
Sürgün yıllarını
Paris'te geçiren
Yunan Başbakanı Karamanlis Atina'ya dönmüştü. İktidardı.
Devrin
Fransa Cumhurbaşkanı Valery Giscard d'Estaing, Karamanlis'e bir hediye vermek çabasındaydı.
Fransa'nın öncülüğünde
Yunanistan'ı - hiç hazır olmadığı halde -
Avrupa Birliği'ne, yani, o zamanki adıyla
"ortak pazar"a tam üye yapmak için lokomotif rolünü üstlenmişti.
Almanya henüz birleşmemiş. Bugünkü gibi
Avrupa'ya egemen değil.
Fransa'nın borusu ötüyor.
Diğerleri,
Fransa'yı izliyorlar.
O günlerin üst düzey
Avrupa kremasında konuşulan bir aşk hikayesi var.
Paris'teki sürgün günlerinde,
Karamanlis'in kız kardeşi ile Fransa Cumhurbaşkanı d'Estaing'in yaşadıkları büyük aşk, şimdiki Brüksel kulislerinde yeniden konuşulmakta.
"Fransa'nın Yunanistan'a, daha doğrusu Karamanlis'e Ortak Pazar'a tam üyelik hediyesi işte bu nedenledir" diye anlatılıyor.
Neyse...
Bu doğru olmasa da,
d'Estaing ile Karamannis'in sürgün yıllarında büyük dostluk kurdukları bir gerçek.
d'Estaing 1975'te bastırır.
Avrupa'nın diğer ülkeleri bundan hiç hoşnut değillerdir.
Türkiye'ye el altından şu mesaj ulaştırılır:
"Siz de tam üyelik için başvurun. Böylece, sizi alamayacağımız için Yunanistan'ı da reddetmiş oluruz. Yok... Eğer, d'Estaing bastırırsa, Yunanistan'ı tam üye almak zorunda kalırsak, sizi de almış oluruz."
Bilindiği gibi, başvuruyu yapmadık.
O zamanların jargonuyla
"onlar ortak, biz pazar... Avrupa'nın bahçıvanı" olamazdık.
İşin özü...
Aynı terazide tartıldığımız diğer ağırlık, tarihi, kültürü, nüfusu, ağırlığıyla nihayet bir devlet olan
Yunanistan'dı.
Aradan
22 yıl geçti, şimdi aynı terazinin kefelerinde tartıldığımız karşı ağırlık, yarım porsiyon bir ada olan
Kıbrıs - Rum yönetimi...
Garantörlük Anlaşmalarımız gereği;
Kıbrıs'ın uluslararası bir kuruluşta yer alabilmesi için
Türkiye'nin onayı gerekiyor.
Ama...
Sanki böyle bir hüküm yokmuşçasına Avrupa Birliği,
"Kıbrıs'ta tek yönetim olarak Rumları tanıdığını... Mart 1998'den itibaren bu yönetimle, Kıbrıs'ın tamamını temsil ediyor varsayımıyla, tam üyelik görüşmelerini başlatacağını" geçen haftaki zirve bildirisinde açıklamış bulunmakta.
Türkiye'nin
"bu kararı tanımayacağını, gerekirse KKTC ile bütünleşme sürecini hızlandıracağını" açıklamasına karşın,
AB'nin bu bildirisi düşündürücüdür.
22 yıl sonra, bu kez
"Bakırköy kadar bile büyüklüğü ve nüfusu olmayan, yarım porsiyon ada ile aynı terazide tartılıyoruz. Hafif kalıyoruz."
İçe sindirilir gibi değil.
Evet...
Zamanı zamana bırakıyoruz.
Zamanı kullanamıyoruz.
Zaman içinde kazanamıyoruz.
Başbakan Mesut Yılmaz'ın bugün gazetelere yaptığı açıklamada
"Avrupa Birliği'ne, yani 6 ay zaman tanımış olması
"ne yazık ki, deneyimlerimiz ışığında umut verici değil."
6 ay sonra daha da zor bir durumda kalacağımızdan, kuşkuluyuz.
Keşke...
EUROPINION, bir de Türk halkının nabzını tutsa...
Yaşadığımız yüksek tansiyon, hem bizim, hem onların siyasetçilerine düşündürücü mesajlar verir.
Yazara EmailG.Civaoglu@milliyet.com.tr