Margaret Thatcher, İngiltere'de 1979 - 1990 yılları arasında başbakanlık yaptı. Özelleştirmedeki başarısı ile sadece İngiliz sanayiini değil, İngiliz ekonomisini de batmaktan kurtardı. Dünyadaki rekabet gücünü artırdı.
Margaret Thatcher'ın yaptığı "özelleştirme" sadece KİT'lerin hisse senetlerini halka ve işçilere satıştan ibaret değildi.
Bir farklı felsefesi vardı. Bir farklı yapıda gerçekleşti. Sayın okuyucularıma kısaca anlatayım.
Thatcher işbaşına geldiğinde, 1979 yılında, İngiltere'de "manzara - i umumiye" şu şekilde idi: Ana sanayi kuruluşlarının ulaştırma, haberleşme, enerji tesislerinin çoğu kamuya aitti. KİT statüsünde idi. Eskimişti. Zarar ediyordu. İşçilerin çoğu kamu işçisiydi. Güçlü sendikaları vardı. Çalışmadan para alıyorlardı. İşyerleri greve gitse, çalışmasa, batsa da umurlarında değildi. Paraları muntazaman ödeniyordu.
İşçilerin kaldıkları evler, lojmanlar kamuya aitti. İşçi çok az kira ödüyor, kapısının önüne devlet sütünü bırakıyor, çocuğuna bakıyordu.
Thatcher özelleştirmeye "evlerden başladı." Evleri içinde oturan işçilere "bedava gibi bir şekilde" devretti. İşçi önce ev sahibi olduğu için sevindi. Ama sonra gördü ki, taksit ödemek için, elektrik yakmak için, ısınmak için paraya gerek var.
Thatcher özelleştirmeyi sanayi kuruluşlarında başlattığında öncelikle işçilere "bedava gibi bir şekilde" hisse senedi verdi. Halka arz edilen hisse senetlerinin satışından gelen parayı bütçeye yamamak yerine, o işletmelerin yeni yatırımlarına, teknolojilerinin yenilenmesine tahsis etti. Böylece köhneleşmiş kamu tesisleri çağdaş üretim ve hizmet çizgisine getirildi.
O tarihe kadar "zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyleri olmayan" işçi sınıfı, ev ve hisse senedi sahibi olarak "mülkiyet" denilen şey ile tanıştı. O tarihe kadar "ekmek ve iş devletten" yaşayan işçiler, çalışmayanın işini kaybedeceğini, kar etmeyen işletmenin kapanacağını öğrendi.
Herkesin çalışsın çalışmasın aynı ücreti alamayacağı, işletmelerin kapansın kapanmasın işçinin ücretinin ödenemeyeceği, işletmelerin kazanç sağlamadıkça, verimli çalışmadıkça işçiye zam yapamayacağı anlaşıldı.
Bunun sonucu sendikaların gücü yok oldu. İşçilerin verimi arttı. Üretimde verimlilik ve kalite öne çıkınca, İngiliz sanayii batmaktan kurtuldu.
İngiliz ekonomisi silkindi ve bugünkü duruma geldi.
TÜPRAŞ hisselerinin halka arzında işçilerin hisse senedi sahibi olmalarına öncelik verilmesi de güzel bir şeydir. Thatcher modeline benzemektedir. Ancak bizim durumumuz, İngiltere'nin 1979 yılındaki şartlarından farklıdır. Şöyle ki:
(1) Bizim ülkemizde hemen her kesimde olduğu gibi işçi kesiminde de "mülkiyet" alışkanlığı eskiye gider. Bizim her kesimimizde olduğu gibi işçilerimizin de "bir şeyi" vardır. Bizde "zincirlerinden başka kaybedecekleri bir şeyi olmayan" işçi kalmadı.
(2) TÜPRAŞ özelleştirilmiyor. Hisse senetleri halka arz ediliyor. Sahibi gene devlet olacak. Gene devlet işletmesi olarak kalacak.
(3) Bizde sendikaların her işçiye eşit ücret uygulaması devam ediyor. İşçiye verimliliğine göre ücret ayarlaması imkanı yaratılamadı.
(4) TÜPRAŞ'ın hisse senetlerinin satış geliri TÜPRAŞ'a bırakılmayacak. TÜPRAŞ'ın yatırımları ve teknoloji yenilemesi için kullanılmayacak. Tamamı bütçeye gelir yazılacak. Memur maaşı ödemesine, faiz ödemesine gidecek.
Tekrarda yarar var TÜPRAŞ'ın hisse senetlerinin halka arzını küçümsemek için değil, başka ülkelerdeki özelleştirme ile bizdeki halka arz arasındaki farkı anlatmak için bunları yazıyorum.