Güngör Uras

Güngör Uras

guras@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


"Yıllar ne çabuk geçiyor, yaşlanmışsın, toplanmışsın. Saçlarını boyuyor musun? Bıyıkların bembeyaz da niye saçların ağarmadı?" diye sordu. Kolundan tutup kaldırıma çektim. Adını hatırlayıp hatırlamadığımı sorsa, mahçup olacaktım. Lafı karıştırmak istedim: "Ne yaparsın" dedim, "çalışan uzuv yorulur, yıpranır. Kafamı fazla yormadım."
Eski dostum, "Olur mu öyle şey. Bu bal gibi boya" diye hükmünü verdi. "Yakından bak akları görürsün" diye direndim.
Karşımdaki, "Boş ver" dedi. "Sen Hariciye'de değil miydin? Şimdi nerede görevdesin?" Tatsızlaşan konuşmayı kısa kesmek istediğimden, "1982'de emekli oldum. Ankara'dayım. Geç de olsa nihayet özgürlüğün mutluluğunu yaşıyorum" dedim.
Yüzüme baktı: "Öyleyse mutluluğun daim olsun" demekle yetindi. "Görüşelim" diye ekledi. "Görüşürüz" temennisinde bulundum, yeniden öpüştük. O, kaldırımın kenarındaki su gölünün üzerinden atladı, karşı kaldırama doğru koşmaya başladı. Arkasından baktım, sektire sektire yürüyordu.
Kasketimi kulaklarıma doğru çektim, ellerimi yağmurluğumun ceplerine soktum, hafiften tipiye dönüşen kar altında Bakanlıklar'a doğru yürümeye başladım.
Tanıyamadığım dosta, "Özgürlüğün mutluluğunu yaşıyorum" demiştim. Niçin bu sözcükleri sıralamıştım? Gerçekten özgür ve mutlu muydum... Yoksa bu, yalnızca bir temenni miydi?
Strasbourg dönüşü Ankara'daki apartman dairemize yerleşmiştik. Yarım yüzyıla yakın bir süre devlet hizmetinde, hareketli bir çalışma içinde yılların nasıl geçtiğinin farkına bile varmamıştım. İşimde kendimi kuvvetli ve otoriter hissetmiştim. Çünkü arkamda devlet vardı. Şimdi ne yapacaktım? Ankara'nın sert iklimi, özellikle kış aylarındaki hava kirliliği sağlımızı tehlikeye sokmayacak mıydı? Yeşilyurt Sokağı'ndaki daireyi satmak, İstanbul'da küçük bir yer satın almak ve denize yakın bir yerde yaşamak daha iyi olmaz mıydı? Artık özgürdüm. İstediğimi yapabilirdim.
Birkaç gün için İstanbul'a gitmiş, kız kardeşlerimi, Galatasaray'daki okul arkadaşlarımı görmüştüm. Emekli meslektaşım Büyükelçi Necdet Özmen de beni, Fenerbahçe'deki Galatasaray lokaline öğle yemeğine davet etmişti. Galatasaray mezunları lokalde sık sık toplanıp birlikte yemek yemekte, eski anıları tazelemekteymişler. Onlar beni zor tanıdılar, bense onlardan çoğunu hatırlayamadım. 1930'lu yıllardan bu yana çok zaman geçmişti. Saçlar aklaşmış, sırtlar kamburlaşmış, gözlerin feri uçmuştu.
Yemek sırasında bir eski arkadaş, uzunca bir şiir okudu. Karamsar ve mütevekkil bir üslupla yazılmış bu şiir, umutsuzluk aşılıyordu. Hepsi sanki bir bekleyiş içindeydiler. Emeklilik, hayatın sonu muydu? O anda kesin, fakat basit bir karar verdim: Ölünceye kadar yaşayacaktım. Oturup kalmayacak, çalışacak, koşuşacak, didinecek ve düşmemek için hep ayakta kalmaya çalışacaktım. Ankara'dan ayrılmamayı o anda kararlaştırdım ve özür dileyerek yemekten ayrıldım."
Bu satırlar hafta içinde yitirdiğimiz Semih Günver'e ait. Semih Günver, Milliyet'in eski yazarlarından bir emekli "Büyükelçi". Altan Öymen'in anlatımıyla "Büyükelçi - Yazar"... Ama "yazarlığı", büyük başarı ile tamamladığı, diplomatik kariyerinin bile önüne geçmiş bir insan.
1917 yılında Edirne'de doğan, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde okuyan sonra Dışişleri Bakanlığı'na giren, Zürih, Roma, Bürüksel, Moskova'da görev yapan, sonra büyükelçi olarak Türkiye'yi Cezayir, Kahire ve Avrupa Konseyi'nde temsil eden Semih Günver 1982 yılında emekli olduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde ders verdi ve yazdı...
Önce Cumhuriyet'te yazdı, Milliyet'te yazdı. Vizyon'da hikayeleri yayınlandı. Yedi kitabı basıldı. (1) Tanınmayan Meslek, (2) Fatin Rüştü Zorlu'nun Hikayesi, (3) Kızgın Dam Üzerinde Diplomasi - Avrupalı Olmanın Bedeli, (4) Bir Kiraz Ağacı olsaydım, (5) Garip Adanın Garip Eşeği - Yaşanmış Öyküler, (6) Taj Mahal Hikayeleri, (7) Güzel Günler Çabuk Geçer, basılan kitaplarının adları.
Semih Günver yazılarında gördüklerini, yaşadıklarını, akıcı bir üslup içinde tatlı tatlı anlatırdı.
Aziz Nesin onun için şunları yazmıştı: Semih Günver kaleminden kan damlayan yazarlardan değil. Ama kaleminden bal akan yazarlardan. Yazılarını okurken, konuşmasını dinliyor, sesini duyuyor gibi oluyorsunuz. Söyleşi biçimi ile yazıyor. Isırmadan, dişlemeden, iğnelemeden, taşlamadan doğruları - elbette kendi doğrularını - yazıyor. Güler yüzlü yazıların yazarı Semih Günver...
İşte, "bu güler yüzlü yazıların yazarı", yazının başındaki alıntıda açıkladığı kararını uyguladı. Büyükelçilikten emekli olunca oturup kalmadı. Emekliliğin "hayatın sonu olmadığını", ilerleyen yaşın insanın verimini engelleyemeyeceğini, tam tersine, birikimlerini ortaya koyma fırsatı vereceğini gösterdi. Öğretti. Örnek olacak bir yaşam biçimi sergiledi.
Çalıştı, konuştu. Didindi. Düşmedi. Ayakta kaldı. Ve 83 yaşında geride güzel eserler, iyi hatıralar, iyi bir isim bırakarak, öbür dünyaya göç etti.
Kısacası, "söylediğini yaptı. Ölünceye kadar yaşadı." Allah rahmet eylesin.


Yazara E-Posta: guras@milliyet.com.tr