Haluk Bilginer’in “Nehir” oyununu izledim. Kafamda birçok soru dolaşmaya başladı.
Kadınlar genelde erkeklere çok kolay mı inanıyorlar? Yoksa inanmış gibi yaparak kandırılmanın ıstırabını tatmaktan, bunu yaşamaktan mı hoşlanıyorlar?
Ya erkekler? Her erkek kadınları kandırma becerisine mi sahip? Yoksa kadınlar genelde kandırılmaya hazır olduklarından erkekler önlerine gelen kadını kolayca mı kandırabiliyor? Acaba erkeklerin kadınları kandırmaktan başka dertleri yok mu?
Nehir oyunu işte bu sorularla insanın kafasını karıştırıyor.
İngiliz yazar Jeremy “Jez” Butterworth’un (1969 Londra) Nehir (The River) isimli oyunu “Oyun Atölyesi”nde sahneleniyor. Oyunda Haluk Bilginer, Ayça Bingöl ve Canan Ergüder sahne alıyorlar.
Haluk Bilginer’in Zuhal Olcay ile kurduğu, Zuhal Olcay ayrıldıktan sonra tek başına yaşattığı, Moda’da Dr. Esat Işık Caddesi üzerindeki “Oyun Atölyesi” 14’üncü yaşına girdi. Bu özel tiyatro sadece bilet gelirleri ve de tiyatronun antresindeki kahvenin geliriyle yaşıyor. 210 kişilik salonun tamamı doluyor.
Nehir, Jez’in 1992 yılından bu yana sahnelenen 8’inci oyunu. Yazarın ayrıca 2 TV oyununda, 5 film senaryosunda da imzası var. İki de film yönetmiş.
Nehir’i Hira Tekindor Türkçeleştirmiş. Sahne tasarımı Gamze Kuş’un. Oyunu Haluk Bilginer yönetiyor.
Oyun, deniz kenarındaki bir hafta sonu evinde geçiyor. Bir erkeğin aynı söylemlerle kadınları “hayatının ilk ve tek kadını olduklarına” nasıl inandırdığı, kadınların erkeğin her sözüne nasıl inandıkları sergileniyor.
Acaba “kandırılma-kanma” karşılıklı bir oyun mu? Her kadına aynı söylemle kucak açan erkek kadar, kucak açan erkeğe koşan kadın da mı “oyun”un bir parçası? Acaba bütün bunlar hayatın vazgeçilemez bir gerçeği mi?
Nehir’in dekoru özenli ve oyuna uygun bir dekor. Tolga Çebi’nin müziği, Yüksel Aymaz’ın ışığı güzel. Giysiler özenle seçilmiş. Oyuncular başarılı.
Seyirci “tavsiyesi”
Ben tiyatro eleştirmeni değilim... Ama saf ve bakir bir tiyatro seyircisi olarak eleştiri hakkımın, eleştiri kelimesi rahatsız edecek ise, tavsiye hakkımın olduğunu sanıyorum.
Oyunda diyalog önemli. Her sahne bir kadınla bir erkek arasındaki diyaloğa dayanıyor. Ama seyirci biraz da sahnede hareket bekliyor.
Sahnede üç oyuncunun da diyaloğunda ses, aynı çizgide sürüp gidiyor. Kadınlar erkekle hafta sonu geçirmeye gelmişler. Erkeğe aşıklar. Erkeğin hayatındaki tek kadın olmadıklarını anlıyorlar. Ve kapıyı vurup gidiyorlar. Bütün bunlar bir duygu seli yaratmaz mı? İnsan sevgisini, kızgınlığını, coşkusunu hep aynı ses tonu ile mi ifade eder?
Özetle biraz hareket, biraz coşku, biraz ses olur ise daha da iyi olur gibi geliyor...
Takdir tabii ki yönetmen Haluk Bilginer’indir. Çünkü her seyirci benim gibi “şöyle olsun, böyle olsun” diyerek akıl vermeye kalkar ise oyun, oyunluktan çıkar.