Mimar Berna Bora İstanbul’da kadın berberi, Erdem Kıramer için bir "kuaför salonu" çizdi ve yaptı. "Bizim bildiğimiz berber dükkanı için çizime, mimara ne lüzum var?" diyerek takılınca, "Güngör Abi, gel göstereyim de, günümüzde kuaför salonu ne imiş gör" dedi. Tuttu kolumdan beni götürdü... Yeni yapılmış bir binanın altında spor salonu gibi yüksek tavanlı, ışıl ışıl aydınlatılmış, koskoca bir salon... Aynalar, koltuklar, berberler, müşteriler, müşterilere çay, kahve, sandviç servisi yapanlar... Cıvıl cıvıl bir yer... Gördüklerimden etkilendim. Bana anlatılanlara göre salonda 48 koltuk varmış... Kuaför salonu değil sanki fabrika... Salonun arkasındaki bölümleri gezdirdiler. Personel için yemekhane, dinlenme bölümü, soyunma bölümü, yönetim bölümü... Fransa’dan üç ayda bir uzman, bir berber geliyor, bizim berberlere ders veriyormuş... "Frederic" isimli Fransız da tesadüfen orada imiş. Beni bir koltuğa oturttular. Frederic, makası eline alarak saçımı kesti. Eyüp, Muzaffer ve arkadaşları Frederic’i izledi...
Erdem Kıramer’e "Bu kadar büyük bir salonu nasıl dolduruyorsunuz, nasıl yönetiyorsunuz?" diyerek sual eyledim. Aldığım cevaplar beni şaşırttı. Erdem Kıramer’in gördüğüm dışında, altı salonu daha varmış. Toplam yedi salonda toplam 185 koltukta, toplam 240 personel hizmet veriyormuş... Berberlik günümüzde müessese olmuş. Bu müesseseyi ise, ABD’de yüksek eğitim gören oğlu Emre Kıramer yönetiyormuş. Erdem Kıramer’in hayat hikayesi ilginç. "Ben bir işçi çocuğuyum. Para kazanmak zorunda olduğumdan genç yaşta çırak olarak mesleğe başladım. Ama ilk günden mesleğimde en iyi olma çabasına girdim. Kendi adım ile ilk dükkanı 1962 yılında açtım. Kırk yıldır çalışıyorum" diyor...
Ben gördüklerimden çok etkilendim... Nasıl etkilenmeyeyim ki? Benim gördüğüm ilk kadın berberi, "Ondülacı Mehmet Efendi" idi... Babamın Bartın’da banka müdürlüğü yaptığı yıllarda, şehirde kadın berberi yoktu. İki ayda bir İstanbul’dan ondülacı gelirdi. Kadınlar bir evde toplanır, kömür mangalı yakılır, ondülacı demir maşasını ateşte kızdırarak kadınların saçlarına "ondüla" yapardı... Bir seferinde maşayı çok kızdırdığından hakimin karısının saçlarını yaktı... Bir daha Bartın’a gelemedi.
İstanbul’a göç edince karım mahallemizin berberi Yaşar Cokay’a, kızım Yıldırım Özdemir’e gider olmuştu... Kadın berberlerindekine benzer değişim erkek berberlerinde de oldu... Bartın’da beni çarşı içinde tek koltuklu küçük bir dükkanı olan berber Muhsin Efendi tıraş ederdi. Berber Muhsin Efendi sadece saç kesmez, eldeki siğilleri ip ile kopartır, saçkıran nedeniyle dökülen saçları sirkeli ve sarımsaklı bir karışım sürerek tedavi ederdi.
İstanbul’a gelince rahmetli Vehbi Koç "Divan Oteli berberine git... En iyisi odur" dedi... Bir defa gittim. Yanımdaki koltuğa rahmetli Dündar Kılıç oturdu. Ona gösterilen ilgi nedeniyle bizim tıraş güme gitti... Otel berberini belledim ya... Saçım uzayınca bu defa Divan’ın karşısındaki eski Shareton’daki, şimdiki Ceylan Intercontinental’da Çanakkaleli Mehmet Demirkol’un berber salonuna gider oldum. Saçlarımı Orhan Akgün kesti. Yirmi yıldır da Mehmet Demirkol kesiyor... "Fransız Frederic stili kes!.." diyorum... "Yok hocam biz Çanakkale stili keseriz" diyerek bildiğini yapıyor.