Türkiye’de birçok yerleşim yeri, İspanya’da yaşanan sel tehlikesine benzer bir nehir taşkını riski altında bulunuyor. Yapmamız gereken ise çok basit: Bilime kulak verip iklim krizinin yol açacağı felaketlere karşı önlem almak.
İspanya’nın geçen hafta yaşadığı sel felaketi aslında bir yönüyle Gabriel Garcia Marquez’in “Kırmızı Pazartesi” romanını andırıyor. Ünlü yazar Marquez, “Kırmızı Pazartesi”de, işleneceğini tüm kasabanın bildiği ama önlemek için kimsenin çaba göstermediği bir cinayeti anlatıyordu. İspanya’daki ölümler de benzer şekilde yaşanacağı öngörülen bir sel felaketinin sonrasında gerçekleşti. Oysaki sadece 4 ay önce Avrupa Çevre Ajansı, kitlesel ölümlere yol açabilecek sel uyarısında bulunmuştu.
Ajansın, temmuz ayında yayınladığı raporda yer alan şu ifadeler; 217 kişinin can verdiği 89 kişinin hâlâ kayıp olarak arandığı Valencia’daki selin, aslında beklenen bir felaket olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor: “İklim değişikliği nedeniyle
Tarım zehri kalıntısı barındıran narlar, Avrupa’ya ihraç edilemiyor. Oysa tarım zehri olmadan da böceklerle mücadele edilebiliyor. Bunun örneğini veren Prof. Dr. Cem Özkan, “Yararlı böcek popülasyonunu artırarak sağlıklı tarım ürünleri üretebiliriz” diyor.
Tam da nar mevsiminde narlarımızdan endişe verici haberler gelmeye başladı. Avrupa’ya ihraç ettiğimiz narlar, tarım zehri kalıntısı nedeniyle birbiri ardına sınırdan geri çevriliyor. Nar hasadının başlamasıyla Avrupa Gıda Alarm Sistemi’ne bu sezonun ilk nar uyarısı, 13 Eylül günü düştü. Uyarı bildiriminde, Türkiye’den ihraç edilen narlarda limit aşan oranda 4 ayrı pestisit saptandığı belirtilirken, kalıntı barındıran narlar da sınırdan reddedildi. Bu bildirime konu olan 4 tarım zehrinden 3’ü böcek öldürücü sınıfında ve analiz, narı üreten çiftçinin 3 pesitisiti de aynı anda kullandığını gösteriyor.
Bir diğer nar sevkiyatı ise 24 Eylül’de Bulgaristan sınırında alıkonulmuş. Analiz edilen narlarda 2 ayrı pestisit
Ekoloji uzmanları, insanlığın uçurumun kıyısına geldiğine işaret ediyor: Uçurumun dibinde, gıda ve su krizleri, bulaşıcı hastalıklar, göçler bizleri bekliyor. Biyolojik Çeşitlilik tarafı ülkeler ise ‘yok oluş’ tehdidine karşı sorumluluklarını yerine getirmiyor.
Amaan ‘yok oluş’muş! Biyoçeşitlilik kaybına aynen bu şekilde tepki veriyor şu an dünyayı yönetenler. Sanki 1 milyona yakın bitki ve hayvan türü, yakın gelecekte yok olma tehdidiyle karşı karşıya değilmiş gibi umarsızca yaklaşıyorlar ‘yok oluş’a. Oysaki ekoloji uzmanlarına göre, insanlık artık uçurumun eşiğinde... Yakın gelecekte gıda ve su krizlerinin yaşanacağı öngörülüyor. Bulaşıcı hastalıkların artışı, habitat kaybına bağlı göçlerin yoğunlaşması ve tıbbi keşifler için moleküler kaynakların azalması da cabası.
Bu endişe verici tabloya rağmen, Kolombiya’nın Cali kentinde düzenlenen BM Biyolojik Çeşitlilik 16. Taraflar Konferansı (COP16) tam bir fiyaskoyla başladı. Bir önceki konferansta, 2030 yılına kadar doğa kaybını durdurmayı ve tersine
Yediğimiz içtiğimiz pek çok temel gıda ürününde yapılan sahtekârlık içimizi karartıyor. Yıllar içinde firma isimleri değişse de sahteciliğin sürüp gittiğine tanıklık ediyoruz.
Tarım ve Orman Bakanlığı, gıda sahtekârlarını uzun bir aradan sonra yeniden ifşa etmeye başladı. Açıklanan listelere göre, uygunsuzluk tespit edilen gıda ürünü sayısı, 2 haftada 700’e dayandı. Ortaya çıkan tablo, halk sağlığı açısından oldukça iç karartıcı. Çünkü uygunsuzluk tespit edilen ürünlerin büyük kısmı, maalesef hemen her öğünde soframıza gelen temel gıda ürün çeşitleri. Belki bireysel olarak siz, listede yer alan zeytinyağını satın almamış olabilirsiniz. Ancak iş yerinizde ya da restoranda veya tatil yaptığınız otelde o yağı tüketmiş olmanız muhtemel. Üstelik söz konusu olan, gıdada kullanımına izin verilmeyen boyaların karıştırıldığı yağlar!
Daha da korkutucu olanı, ifşa edilen ürünlerin bazılarının hâlâ piyasada satılıyor olabilmesi. Mesela “Edremit Hanzade”
15 Ekim Salı, Dünya Kadın Çiftçiler Günü. Soframıza gelen hemen her gıdada şüphesiz ki, kadının emeği ve izi var. Hayatı yeşerttikleri gibi toprağı da onlar yeşertiyor.
Yaşamın her alanında olduğu gibi kırsalda da artık büyük dönüşümlere imza atıyor kadınlar. Şanslıyız ki, hâlâ bereketli topraklara sahibiz ve hayallerinin peşinde inatla koşturan kadınlar var. 15 Ekim Salı, Dünya Kadın Çiftçiler Günü vesilesiyle onların hikâyelerine kulak vermek büyük mutluluk. Gelin kırsalı dönüştüren o kadınların hikâyelerine bakalım.
Aile çiftliğini kadınlar yönetiyor
Berrin Yetkin Var yaklaşık 10 yıl önce kurduğu Gönen Merkez Tuzakçı Hasanbey Tarımsal Kalkınma Kooperatifi sayesinde yüzlerce kadının hayatını değiştirmiş. Küçükbaş hayvan yetiştiriciliğiyle başlayan yolculuk, zamanla tıbbi aromatik bitki ve gıda üretimine evrilmiş. Şimdiyse yün işleme tesisi kurmuşlar. Artık fabrika sahibi kadınlar. Onları bu yola sevk eden ise tarımın temel sorunu, “tüccar düzeni” olmuş:
Gerçekten de yumurta paketlerine bakıldığında, “Gezen tavuk” yazılı yumurtaların bazılarının toptancılardan geldiği, üzerinde ne bir çiftlik ne de bir kümes adresi bulunmadığı görülüyor. Hatta üzerinde kodu dahi olmadan “gezen tavuk yumurtası” diye satılan ürünler var. Üstelik bu yumurtaların fiyatları, kafes yumurtasına oranla yüzde 50-60 daha fazla. Yumurta Üreticileri Merkez Birliği Başkanı İbrahim Afyon da kafessiz sistemde kapasitenin çok üzerinde bir satışla karşı karşıya olunduğuna işaret ediyor.
0 (organik) ve 1 (gezen) kodlu yumurta üretiminin, toplam yumurta üretiminin ancak yüzde 5’ine denk gelebileceğini kaydeden, buna karşın yüzde 5’in çok üzerinde bir satışın söz konusu olduğunu aktaran Afyon, “Biz bu yumurtaları, ‘fantezi yumurtası’ olarak değerlendiriyoruz. Aslında diğer yumurtadan üstün olan bir yönü yok. Ama insanlar bir şekilde talep ediyorlar. Bu nedenle de ciddi bir pazar oluştu. Gerçekten sertifikalı bir şekilde üretenleri tenzih ederek söylemek gerekiyor
Sağlık uzmanları, zeytinyağının içerdiği bileşenlerle âdeta ilaç niteliğinde olduğunu belirtiyor, ancak o ilaç maalesef çiftçiye “ilaç” diye satılan pestisitlerle kirleniyor. Hasat dönemi olmasına rağmen, hâlâ zeytin bahçelerinde ilaçlama yapanlar var. Hatta bizzat bazı Tarım İl Müdürlükleri, “Sonbahar sürgünlerinin uzamasıyla Zeytin Halkalı Leke Hastalığı’na karşı zirai mücadele dönemi başlamıştır” yolunda duyurular yaparak, çiftçileri pestisit uygulamasına yönlendiriyor. Bu uyarıya eşlik edecek çiftçinin kullanacağı zehirlerin, doğrudan zeytin ve zeytinyağına yansıyacağı ise apaçık ortada. Peki, soframıza gelen zeytinyağında pestisit analizleri yapılıyor mu?
Zeytin üreticisi ve Edremit Zeytin-Zeytinyağı Derneği Yönetim Kurulu üyesi Hasan Güçlü Sakallı’ya göre, zeytin sektöründe pestisit kalıntısına yönelik analiz söz konusu değil; o yüzden kimsenin çekinmeden kimyasal kullanabildiğini söylüyor. Zeytinliklerde
Doğanın bilmediğimiz pek çok yönü var. Doğanın şifrelerini çözmek için başlatılan “Hayvanların interneti” projesi, ekosistemin gizemini anlamamıza yarayacak veriler sunmayı hedefliyor.
Günümüzde hepimiz artık birer veri sağlayıcıyız. Tüketim alışkanlıklarımız, seyahat ettiğimiz rotalar, yediklerimiz ve günlük faaliyetlerimiz, dijital teknoloji vasıtasıyla günbegün kaydediliyor. Ve biz farkında olmasak da işlenen verilerimiz, birçok değişime ön ayak oluyor. Hem iyi hem de kötü yönde.
Şimdi bilim insanları benzer bir süreci, doğanın şifrelerini çözmek için başlatıyor. Alman ornitolog Martin Wikelski’nin tohumunu attığı “Hayvanların interneti” projesi, ekosistemin gizemini daha iyi anlamamıza yarayacak veriler sunmayı hedefliyor. Proje kapsamında binlerce hayvan, güneş enerjisiyle çalışan uydu vericileriyle takip edilecek ve vericiler, hayvanların ulaştığı noktalardaki, hava basıncı, yükseklik, sıcaklık ve nem gibi çevresel faktörleri ölçecek. Ayrıca hayvanın davranışını yorumlamaya yardımcı