Akademisyen, gazeteci, dost Mehmet Sağnak, Türk sinemasında gazeteci figürünü incelediği araştırmasını “Amca size gazeteci diyebilir miyim?” başlıklı kitabında yayımladı. Bazen insanlara nasıl hitap etmek gerektiğini kendilerine sormak gerekir. Bu noktadan hareketle, herkese “dost”, “arkadaş” dememek gerektiği sonucuna da varabilirsiniz.
Özellikle bu son üç dört ay boyunca, bazı Avrupa ülkelerinin liderleri, bakanları, belediye başkanları, gazetecileri, televizyoncuları, sanki bu referandum Türkiye-Avrupa ilişkileri açısından dünyanın sonuymuş gibi hareket etti. İşi, seçilmiş hükümeti ve cumhurbaşkanını, hatta buradan hareketle tüm ülkeyi “rogue” (dolandırıcı, düzenbaz, serseri) ilan etmeye kadar götürenler oldu. İşi Türkiye’nin diplomatik pasaportla seyahat eden bakanı gözaltına almaya kadar vardıran ve böylece taraf oldukları iki uluslararası anlaşmayı çiğneyen ülkeler, bu bakanı içinde mahpus tutulduğu otomobilden kurtarmak isteğiyle protesto gösterisi yapan kendi ülkelerinin yurttaşı olan Türkiye asıllı insanları atlarla çiğneyen, köpeklere parçalatan kentler oldu.
Hepsi, sanki bu işin bir sonu, bu referandumun bir yarını yokmuş gibi.
Ama her insan olayı gibi, her siyasal
Yüzlerce nükleer silahın tetiğini elinde tutan, Ukrayna’dan Gürcistan’a, Kırım’a, başka ülkelerin topraklarını işgal etmiş birisiniz, diyelim ki. Ve ancak Z kuşağının (hadi bilemedin, Y kuşağının) aşina olduğu “Pissed Jeans” müzik grubunu tanıyacaksınız. Sadece tanımakla kalmayacaksınız, şarkı sözlerini de ezbere bileceksiniz. Ve bunu, çatışmanıza ramak kaldığını söylediğiniz ABD’nin yeni başkanı size “Ya Suriye, ya biz!” diye meydan okurken kullanacaksınız. Bunu ancak adınız Putin ise yapabilirsiniz.
Putin, Pissed Jeans grubunun (bu ismi tercüme etmeye bile utanıyor insan) “Sıkıcı kızlar” isimli şarkısının nakarat bölümünü, Rusya’nın Suriye’nin kimyasal silah stokunu saklamaya çalıştığı şeklindeki Amerikan iddialarına karşı tekrar etti: “Sıkıcısınız, kızlar!” Amerika’nın 2003’te Irak’ı işgalinden önce de benzer mazeretler ürettiğini söyleyen Putin, “O zaman ‘Kitle imha silahları stoku var; bunu bulacağız’ diyorlardı. Şimdi ‘Kimyasal silah stoku var’ diyorlar” diyen Putin ekledi:
“Biz bu filmi gördük. Sıkıcısınız kızlar.”
Olayın videosunu gördüyseniz, açıklamayı izleyen gazetecilerin müzik dünyasındaki gelişmeleri Putin kadar yakından izlemediklerini, bu espriyi
pek anlamış
ABD Başkanı Donald Trump’ın işadamlığı ile de, devlet adamlığı ile de bağdaşmayan tek vasfı, ne yapacağı kestirilemez bir kişi olması. Ama bu kez işe yaradı...
Siyasal atamalarla gelen yeni ekip, bakanlıklarda kariyerden gelme yöneticilere ilk olarak “Başkan^’a ulaştırılacak bilgileri uzun hikaye etmeyin, grafikler ve fotoğraflarla desteklenmiş, kısa başlıklar halinde yazın!” talimatını vermişti. Nitekim, gazetelerde çıkmaya başlayan “üç günün hikayesi” tarzı derlemelerden anlıyoruz ki, Savunma Bakanlığı ve haberalma kuruluşları, İdlib olayını, Trump’a üç-dört fotoğraf ve Türkiye’ye tedaviye getirilen ama kurtarılamayan üç kişinin Ankara’dan alınan otopsi raporunun ekran görüntüsüyle sundular. Sonuç, Trump’ın, Kral Abdullah ile Perşembe günü yaptığı basın toplantısında metnin dışına çıkarak “Bu saldırı, benim Suriye ile ilgili görüşlerimi tamamen değiştirdi” sözünü etmesi oldu.
Bir ABD başkanının böyle açık ve seçik “Daha önce yanlış düşünüyormuşum” demesi, kolay rastlanan bir durum değildir. Bu itiraf, İdlib’den gelen vahşet fotoğrafları ile birlikte sunulduğunda, üstüne Obama’nın 1500 masumun hayatını kaybettiği ilk kimyasal silah saldırı karşısında “kırmızı çizgimiz...” gibi
Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in el sıkışma teklifini duymazdan gelen Başkan Trump, Mısır’ın darbe lideri ve devlet başkanı Abdül Fettah Sisi’nin ellerini bırakıp, neredeyse ayağını sıkacaktı. İki liderin salı günkü görüşmesi harikalarla doluydu.
İngilizceye takla attırmasıyla ünlü Trump, bu vesileyle de yeni semantik harikalar yaratıp ABD’nin Mısır’ın “çok miktarda” arkasında (very much behind) olduğunu söylemesi bunlardan biriydi. On binlerce Mısırlının iki yıldır
mahkeme ve gün yüzü görmeden zindanlarda tutulduğundan hiç söz etmeme ise bir diğeri.
Öyle görünüyor ki ABD’nin Ortadoğu’daki ittifaklarının kalesi Mısır olacak. Sisi’ye hayatının en güzel anını yaşama fırsatını veren sihirli kelimeler, “İslamcı radikaller,” “İslamcı terör”, “yüzyılın belası” oldu. Oval Ofis’te başka neler konuşulduğunu anlamak için henüz yeteri kadar zaman geçmedi ama görüşmelerde “Hizbullah,” “İsrail” ve “İran” isimlerinin de sıkça anıldığı anlaşılıyor.
Trump’a göre, Sisi “İsrail-Filistin anlaşmazlığına bir çözüm bulunması için gayretle çalışacak ve sonuç alabilecek liderlik vasıflarına sahip bulunuyor. Trump, “Birlikte mucizeler yaratacağız” diyor. Anlaşılan, ABD tarafı Mısır’a
Bugün, Mısır Devlet Başkanı Abdül Fettah el Sisi, ABD Başkanı Donald Trump ile ikinci görüşmesini yapıyor. Sisi, seçim kampanyası sırasında Eylül’de New York’ta Trump ile görüşmüş ve yapılan açıklamada Trump’ın, Obama’nın Mısır politikasını hatalı bulduğu, bunun, Mısır’ın “İslami terörizm” ile mücadelesine zarar verdiğini düşündüğü belirtilmişti. Nitekim görüşmede Sisi’nin diş macunu reklamlarını aratmayan fotoğrafları, Trump’tan Obama’nın kestiği askeri yardımların yeniden açılacağı vaadini aldığını gösteriyordu.
2012’de, Mısır’da yapılan ilk demokratik seçimlerle işbaşına gelmiş olan Muhammed Mursi’yi deviren Mısır Genelkurmay Başkanı Sisi, kanlı darbeye karşı çıkanların gösterilerinde binden fazla kişiyi katletmiş ve 40 bin kişiyi Mısır yasalarına aykırı olarak cezaevlerine doldurmuştu. Bu kanlı darbe ve Müslüman Kardeşler örgütünün yasadışı ilân edilmesi üzerine Obama yönetimi, ABD’nin Mısır’a yaptığı yıllık 1 milyar 300 milyon dolarlık askeri yardımı kısıtlamış; bir çok ortak programı durdurmuştu. Sisi, Müslüman Kardeşler ile El Kaide ve DAEŞ’in Mısır’daki uzantıları arasında fark gözetmemiş; teröre karşı oldukları bilinen müslüman liderleri de terörist diye yaftalayarak
Haftaya bugün, neredeyse bir yıldır toplanamayan Arap Birliği Zirvesi Amman’da çalışmalarına başlayacak. Ev sahibi Ürdün Kralı Hüseyin, zirvenin toplanabilmesi için çok çaba gösterdi. Zirveyi engelleyen sorun, Suriye idi. Arap Birliği’nin belkemiği konumundaki Suudi Arabistan, Beşar Esad’ı toplantıya çağırma yanlısı üyelerle ve onların lideri durumundaki Mısır Devlet Başkanı Abdülfettah el Sisi ile anlaşamayınca, tek çareyi zirveyi geciktirmekte bulmuştu.
Arap ülkelerinin önlerinde öyle sorunlar var ki bunların tartışılması ve ortak sonuçlar aranması daha fazla ertelenemezdi. Geçtiğimiz hafta sonu yapılan ve pazartesi sona eren hazırlık toplantılarından sonra bir açıklama yapan Ürdün Dışişleri Bakanı Ayman Safadi, ele alınması gereken sorunların başında Irak, Suriye, Libya ve Sudan’daki çatışmaların bulunduğunu belirtti. Safadi, bu ve diğer çatışmalar sebebiyle yeteri kadar önem verilemeyen genç nüfusun işsizliği, milyonlarca çocuğun okula gidememesi, ekonomik sorunlara çözüm bulamayan Arap kurumlarının halk nezdinde hiçbir itibarının kalmamış olması gibi ciddî sorunlara işaret etti. Ürdünlü bakan, “Arap siyasal sistemi çökmüştür” dedi.
Bu sözler bir gerçeği çok açık şekilde dile
ABD’de bavulunu THY’ye verirsin; iki bavul ve iki iç kabin çantası ayrıcalığı, taze köfteler, patlıcan salataları ve hatta turşu lüksüyle, 8 saat boyunca film, soğuk içecek, sandviç, çay ve kahveyle şımartılarak İstanbul’a gelirsin. Sonra devam edersin dünyanın dört köşesine...
Taşıdığı yolcu, indiği havaalanı, filosundaki uçak sayısı, cirosu ve kârı son 13 yıldır sürekli artan (artıştaki geçen yılki nisbî yavaşlama hariç) THY, böylece sadece dünyanın en büyük 15 havayolu şirketi arasında girmekle kalmadı, dünyanın en çok yere uçan havayolu oldu.
Ülkelerin, ticarî bile olsa, havayolu şirketlerine “flagcarrier” (bayrak taşıyıcı) denir. Söz gelimi, ABD kamu görevlilerinin, resmî görevle uluslararası bir yolculuk yapmaları gerekirse, bunu “Amerikan bayrağı taşıyan bir uçakla” yapması zorunludur. THY, sadece bir havayolu değildir; bu ülkenin bayrağını 7 kıta 108 ülkede dalgalandıran bir gurur abidesidir.
Diyelim ki THY ile ABD’den başlayan yolculuğun sonunda gideceğiniz yere vardınız ve bavullarınızı açmaya başladınız. Bavulun içinde, eşyalarınızın üstünde bir küçük matbu kağıt bulabilirsiniz: “Bu bavul TSA (Ulaştırma Güvenlik Dairesi) tarafından açılmıştır.”
Uçağın içine almadığınız bir
Seçimler bitti; Hollanda sakinleşti. Darısı Almanya’nın başına.
Bir taraftan, “Biz Nazi değiliz; bize Nazi demenize çok üzülüyoruz!” yollu açıklamalar, öte yandan PKK’yı destekleyen gruplara, PKK sloganlarıyla bezenmiş afiş ve flamalarla gösteri yürüyüşü yaptırtmak gibi akıl almaz uygulamalar... Ve bunların üstüne doğrudan Başbakanlığa bağlı bir istihbarat dairesi başkanının “FETÖ’nün 15 Temmuz’un arkasında olduğuna dair kanıtlara ikna olmadık” yollu demeci.. Almanların 24 Eylül’deki seçimlerine kadar bu “tribünlere oynama” semptomu giderek daha fahiş boyutlara varacak
gibi görünüyor.
Bir kere kendisi her ne kadar siyasal memur olarak atanmış da olsa Federal İstihbarat Hizmetleri dairesi BND’nin genel müdürü Bruno Kahl’ın bir derginin siyasal nitelikteki sorusuna siyasal nitelikte bir cevap vermesi, en basit deyimiyle şaşırtıcıdır ve bırakın dost ve müttefik ülkeyi, iyi komşuluk ilişkilerine bile uymamaktadır. Eğer Alman hükümeti,
15 Temmuz darbe girişiminin arkasında FETÖ elemanlarının bulunduğuna dair yapılan açıklamaları, polis fezlekelerini, savcı iddianamelerini ve giderek sayıları artan mahkeme kararlarını yeterli bulmuyorsa, bunu Der Spiegel dersinin muhabirine demeç