Trump, Kudüs pazarlığında

20 Şubat 2017

ABD Başkanı Donald Trump’ın, Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren konularda Obama’nın ağzının iki tarafından konuşmasının tersine, bakanlarını, CIA ve GenelKurmay başkanlarını harekete geçiren tutumu, elbette ülkede memnuniyetle karşılanıyor. Ancak “doğrudan ilgilendirme” kavramı, biraz açıklamaya muhtaç.

Söz gelimi, Filistin topraklarındaki savaş veya barış, Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren bir konu değil midir? Ya da İran’ın himayesindeki Şii militanların, Suudi Arabistan’ı uzun menzilli roketle tehdit etmesi?

Bu çerçevede, yeni ABD Başkanı’nın Kudüs’ün tartışılacağı Netanyahu görüşmesinden önce, “Bir devlet, iki devlet.. Her ne ise ben bu devleti seviyorum!” diye zevksiz kafiyelerle şakalar yapması, Türkiye’yi ve bölgeyi yakından ilgilendiren bir konudur.

Trump’ın kendisine bir ulusal güvenlik danışmanı bile bulamıyor olması, Beyaz Saray’daki kaos, basın toplantılarındaki tiyatro, Fox ve Wall Street Journal dışındaki (ki ikisi de Rupert Murdoch’a aittir) gazetecilerle adeta kavga etmesi, bizi Trump’ı gidici sayma veya tamamen niteliksiz görme eğilimine itmemeli. Trump, bu görüntüye rağmen, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile çok sıkı bir Orta Doğu barışı pazarlığı başlatmış

Yazının Devamı

Trump’ın işleri baş aşağı gidiyor

16 Şubat 2017

Ve Trump ilk kurbanı verdi. Başkan’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı ve Ulusal Güvenlik Konseyi üyesi emekli General Michael Flynn
eski yönetimin Rusya’ya yeni yaptırımlar ilan ettiği gün, Rusya’nın Washington Büyükelçisi Sergey Kislyak ile Amerikan hükümetinin icraatını konu alan bir görüşme yaptığı iddiasıyla ve demokratlarla liberallerin elbirliğiyle kellesini vermiş bulunuyor. Flynn’in Türkiye açısından önemi, FETÖ elebaşının ve ABD’deki ekibinin bir an önce iade edilmesini isteyen kişi olmasıydı. Ayrıca Flynn, Türkiye-ABD ilişkilerinde “Yeni Gün”ün nasıl başlatılacağını bilen kişiydi.
Flynn’in bu iddiayla görevden alınması veya istifa etmesi gerekmezdi. Kimsenin ne zaman çıktığını bile hatırlamadığı, hemen hemen hiç uygulanmamış (özel kişilerin hükümet icraatı konusunda yabancı hükümetlerle görüşmesini yasaklayan) yasa sebebiyle Trump’ın ulusal güvenlik danışmanını görevden atması da beklenmezdi. Ne var ki Flynn elçiyle yaptırımları görüşmediğini söylemiş, ama bu sözlerin gerçeği yansıtmadığına dair Adalet Bakanlığı raporu ortaya çıkmıştı.
Diğer konu Müslüman yasağı.
Trump’ı ABD’deki terör olaylarından ülke dışından gelen Müslüman göçmenlerin sorumlu olduğuna inandıran kişi,

Yazının Devamı

Amerika mı? Rusya mı?

13 Şubat 2017

SBF’nin ünlü hocaların-dan (bu ünün nereden kaynaklandığını ancak 60-80 Mülkiye kuşağı bilebilir) merhum Prof. Dr. Bülent Daver, ayanı zamanda Ankara’daki askeri okullarda da ders verir ve deneyimlerini bir siyasal modernleşme modeli olarak aktarırdı.
O zamanın askeri okulunda, ilk gün verdiği Aristo’dan Adam Smith’e, Montesquieu’ya, siyasal teorilere genel bakış dersini bitirdiğinde kendisine mutlaka şu soru sorulurmuş: “Peki hocam, biz bu
teorilerden hangisine inanacağız?”

Prof. Daver, teoriye makam ve mevkilerin atama/atıf (ascription) yönelimli bir alt-kültür olan askerlikte verilen önemle, edinim(achievement) yönelimli bir alt-kültür olan sivillikteki önemsizliğini bu soruyla açıklardı. Belki örneklemi çok dardı (sadece iki okul) ve örnek olay çok kısıtlı (kendi dersi) idi, buna bakarak sonuç çıkartmak zordu, ama doğru olan şu idi: Sivil kafa yapısı daha özgür, daha az kısıtlı, daha “ben”ci, daha yaratıcı olur, olmalıdır.

Toplumların genel olarak “sivilleştikçe” daha çok araştırmaya, denemeye yöneldiği de doğrudur. Fakat 2003’den bu yana topluma aşılanan özgüven henüz bütün katmanlara eşit oranda işlememiş olmalı ki, ne zaman ülkemizdeki diplomatik trafik artsa, hemen bir

Yazının Devamı

Irak’taki “kitle imha silahları” yalanını hatırlıyor musunuz?

9 Şubat 2017

Siyasete
karşı, siyaset-çilerin genellikle dürüstlük eksikliği sebebiyle “apathy” duyan gençlerdenseniz, işte size son derece ciddi bir sebep daha: Trump, seçim kampanyasının dış politika ayağını, Irak savaşının gereksizliği ve Başkan Bush’un “çok büyük” falsoları üzerine kurmadı mı? Bu politikaların kurucusu, Irak’ın işgali için önce baba, sonra oğul Bush’a gerekçeler icat etmiş olmasıyla tanınan Elliott Abrams, kampanya boyunca Trump’ın rakibi
Ted Cruz ve Marco Rubio’nun cephesinde çalışmadı mı?
Şimdi bu Elliott Abrams’ın ABD Dışişleri Bakanlığı’nın iki numaralı adamı olması için harekete geçilmiş bulunuyor.
Siyasetten dürüstlük eksikliği sebebiyle soğuyabilecek kadar gençseniz, muhtemelen Abrams, Perle, Eliot Cohen gibi Bush dönemi dışişleri ve savunma bakanlıklarını doldurmuş olan Neo-Conservative (Yeni Muhafazakâr, NeoCon) ekibini de hatırlamazsınız. O zamandan bu zamana, araya giren Obama yıllarında bu ekip epey dağıldı; hele Trump’ın bu ekipten “Bush’un delileri” diye söz etmesi, çoğu kişiye, siyasetçi olmayan ve siyasal kadrosu bulunmayan Trump’ın kendi kadrosunu oluştururken, Bushlardan değil biraz daha geriye gidip Reagan döneminden eleman seçeceği beklentisini

Yazının Devamı

Bir NATO krizi mi var?

6 Şubat 2017

Washington bugün-lerde düşünce kuruluşlarının seminerleri ile kaynıyor. Her eğilimdeki grup, genellikle “fikirsiz” diye algıladıkları Trump Yönetimi’ne
akıl satmak için bir araya gelip, konuşuyorlar da konuşuyorlar...

Amerika’nın bu “beyaz” kurumları, genellikle Trump Yönetimi’ni şu 4 şık altında görüyorlar:

1- Meksika-ABD sınırına duvar örülecek ve faturası Meksika’dan tahsil edilecek mi?

2- Eski “Doğu Avrupa” Putin’e teslim edilecek mi?

3- Çin ile bir ticaret savaşı (ve hatta savaş) çıkacak mı?

4- İran ile nükleer anlaşma iptal edilecek ve İran’a yeni yaptırımlar uygulanacak mı? İran’a savaş ilan edilecek mi?

Liberal ve sol eğilimli grupların genel eğilimine bakılacak olursa, Amerika’nın dünyanın başına açtığı Irak, Libya, Sudan, Suriye, Afganistan gibi sorunları yoktur. Uluslararası sorun denince, varsa da yoksa da Rus düşmanlığının köpürtülüp, halkının ve hükumetinin başına durduk yerde Rusya ile savaş gailesi açılmış olan Ukrayna vardır.

Yazının Devamı

You ain’t seen nothin’ yet!

2 Şubat 2017

Başkan Donald Trump’ın en çok sevdiği halk kesimi olan, “kötü eğitimli” çoğunluğun kullandığı bir deyim vardır: “You ain’t seen nothin’ yet!” İngilizcenin temel kurallarını altüst eden bu deyimi, okulda kullanacak olursanız, dilbilgisi dersinden çakmanız garanti diyebiliriz. “Daha bu bir şey mi? Daha neler olacak, neler?” gibi bir anlam taşıyan bu deyim Trump’ın yedi ülkenin vatandaşlarına, herkesi kapsayacak şekilde koyduğu ABD’ye giriş yasağının, göreceklerimizin henüz buz dağının ucu bile olmadığını söylüyor.

Elinizde ABD’de oturma ve çalışma izni olsun; doğup büyüdüğünüz yeri DAEŞ çetelerinden kurtarmak için ABD’nin açtığı sözüm-ona kampanyaya inanarak Erbil’e gidin! Musul önlerinde yaralanın! Beş hafta hastanede yatın. Tamamen iyileşmeniz için aileniz Virginia’da bir rehabilitasyon hastanesinde imkân sağlasın. Ve sizi ABD’ye sokmasınlar!

Neymiş? Bu listeyi Obama yönetimi hazırlamış.

Evet; 11 Eylül’den beri “ilgi konusu ülkeler” isimli bu liste uzuyor da uzuyor. Bush’un başlattığı bu uygulamayı Obama da sürdürdü. Hatta Obama yönetimi 20 binden fazla kişiyi, pasaportlarını bu ülkelerden aldılar diye, başka hiçbir sebep göstermeksizin sınır dışı etti. Ama Bush ve Obama yönetimleri

Yazının Devamı

Kudüs, ey Kudüs!

30 Ocak 2017

Başkan Trump’ın seçim kazandıran keskin, sivri kenarlı söylemleri, vaatleri ve tehditlerinden belki hiçbiri, ABD büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıma sözü kadar, İsrail hükumetini son 25 yıldır olmadığı ölçüde mutluluktan çılgına çevirmedi. Netanyahu hükumeti son derece mutlu oldu; çünkü bu vaat, 1995’te ABD Kongresi’nin çıkarttığı ve elçiliğin taşınmasını öngören yasanın nihayet uygulanacağı anlamına geliyor. Yasa, çıktığı günden beri, Clinton, Bush ve Obama tarafından altı aylık erteleme kararnameleri ile uygulamadan alıkonuluyordu.

Bu ertelemelerin sebebi çok açık: Kudüs, her üç din için de dinî önem taşıyor ve Amerikan hükumetleri bu gerçeğin farkında bulunuyorlar. 1917’de İngiltere ve Fransa, gizlice oturup Osmanlı’yı paylaşma ve bölgeye yeni bir düzen getirme planları yaptıkları ve ünlü Skyes-Picot anlaşmasını kaleme aldıkları sırada dahi, Kudüs’ün önemini müdriktiler. Koca bir imparatorluğu yok edip yerine dört yeni devlet kurmayı göze aldıkları halde, o tarihte kendilerini dünyanın hakimi gibi gören İngiliz ve Fransız emperyalistleri bile Müslüman halkın elinden Kudüs’ü alıp, Musevilere vermeye cesaret edememişlerdi.

İsrail kurulduktan bir kaç ay sonra Kudüs’ü başkent

Yazının Devamı

Her şey dönemsel

26 Ocak 2017

Amerika’da yeni yönetimin işbaşına gelmesiyle ABD yetkililerinin ağzından çıkacak her kelime adeta bir işaret fişeği önemi taşıyor. Bunun bir nedeni, Trump’ın seçim kampanyasında ettiği sivri laflara rağmen, ciddî hiçbir programın ana hatlarını açıklamamış olmasıdır. Bilinen tek şey, ABD’nin dış ilişkilerinde yeni bir dönemin başladığıdır.
ABD’nin yeni İstanbul Başkonsolosu Jennifer Davis’in, görevine başlaması dolayısıyla Türk-Amerikan İşadamları Derneği (TABA-AmCham) tarafından yapılan sorulu-cevaplı toplantıda, sözlerine Hegel’in “Her şey dönemseldir” sözüyle başlaması dikkat çekiciydi. Davis, “Demokratik ve istikrarlı bir Ortadoğu için Türkiye ile ABD’nin ilişkilerinin iyi olmaması gibi bir seçenek olamaz. İlişkilerimiz iyi olmak zorunda” dedi. Başkonsolos, bir süredir ülkesinin “nüanslara” dikkat etmemiş olabileceğine de değindi ve “Biz bölgede yeni başlangıçlar arzu ediyoruz ve
Amerika’nın ev ödevini çalışması gerektiğini de biliyoruz” dedi.
Türk-Amerikan ilişkilerinde kimin hangi ödevi yapmadığını çok iyi bilen Devlet ve AB Eski Bakanı Egemen Bağış da aynı toplantıda yaptığı konuşmada ikili ilişkilerin birçok dönemden geçtiğini hatırlattı. Gerçekten de Türkiye ile ABD

Yazının Devamı