Almanya, 6 Mayıs’ı, Holokost (Soykırımı) Kurbanlarını Anma Günü olarak belirlemiş; bu yıl 79’uncusu sebebiyle tüm dünyada törenler yapıldı. Almanya Dışişleri Bakanı, bu günün, sadece kendilerinin katlettiği Musevileri anma günü olduğunu sandığından olacak, İsrail’in giriştiği Filistinli soykırımından söz etmedi.
Bu sessizliğin sebebi hemen anlaşıldı: Almanya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, İsrail’in Gazze’de soykırım yaptığına dair hiçbir işaret görmediklerini söyledi. Doğal ki, bir yerde soykırımı görmüyorsan, anma gününde o yeri, kurbanları, katilleri anıp, insanlığı, bir halkın sadece ırkı, dini inancı, milliyeti sebebiyle toptan yok edilmesi, soyunun kurutulması vahşetinden biraz daha kurtarmak için çaba göstermezsin. Hele senin, milletçe el birliğiye, hatta işgalindeki bütün Avrupa uluslarını da alet ederek, Avrupa’daki Yahudilerin üçte ikisini, 6 milyon Musevi’yi soykırımına uğrattığın gerçeği ortada dururken. Hele senin ölüm kamplarından son dakikada kurtulanlardan
Beşar Esat’ın ülkesinin tek parça olarak devam etmesi için önünde tek yol görünüyor: İran’ın kuyruğunu bırakıp, Türkiye’nin eline yapışmak.
Suriye’nin fiilen üçe bölündüğünü ve bunun resmi olarak ilan edilmesinin an meselesi olduğunu bütün Orta Doğu, AB ve Amerika idrak etti; sadece Tahran’daki mollalar ve onların Dımışk’taki çömezleri anlamadı. PKK, Beşar için de, babasına olduğu gibi, yabancı değildir. Bölücü terör örgütünün elebaşısı, bebek katili Abdullah Öcalan, 1979’da Suriye’ye kaçtı ve Ekim 1998’de hükûmet tarafından sınırdışı edilene kadar, Şam ve çevresinde gizlendi.
Önce Hafız Esat, sonra da oğlu Beşar, sadece PKK’ya değil bir çok terör örgütüne ev sahipliği yaptı. Uzun yıllar Suriye denetimindeki Lübnan’ın Beka Vadisinde DHKP-C (Devrimci Halk Kurtuluş Partisi Cephesi), DHKP-C Silahlı Propaganda Birlikleri, TKP Kıvılcımlı Grubu, Türkiye Devrim Partisi, TIKKO ve hatta Ermeni terör
ABD, geçen 7 Ekim’den bu yana İsrail’e 22 milyar dolardan daha fazla yardım yapmış. Bu paraya, kimsenin bilmediği, iki-üç Kongre üyesinin imzaladığı, dört-beşinin verdiği oyla adeta gizlice geçirilen borç silme kanunlarının yükü (ve askeri mühimmat yardımı) dahil değil. Başka bir hesapla, çocuk-büyük her Amerikalının cebinden 66 dolar çekilip, Netanyahu’nun cebine konmuş bulunuyor.
Ve Trump, bunu az buluyor. Trump bunu az buluyor da, Demokrat rakibi Kamala Harris çok mu buluyor? Hayır, Kamala Harris’e göre, ABD İsrail’in kendisini savunma hakkını garanti etmek için elinden geleni yapmalıdır.
Ancak bunu söylemek yetmiyor Amerika’daki seçimlerin tayin edici faktörü halini almış olan İsrail Lobisini tatmin etmek için. Hem ne yapacağınızı garanti eder tarzda açıkça söylemeniz gerekir; hem de bunu davranışlarınızla kanıtlamak zorundasınız. Nitekim, 7 Ekim’de “masum Yahudilerin Beeri’de uğradıkları vahşi katliamın yıldönümünde” ABD’de yapılan anma
Belki de bir ay sonra, ABD’nin başkanı olabilecek bir şahıs, Netanyahu’ya, “Önce İran’ı vur; sonuçları sonra düşünürsün!” diye akıl öğretiyor. Gerçi Netanyahu’nun Trump’ın yarım aklına ihtiyacı yok; ama İsrail ordusunun ABD’nin vereceği bir mermiye bile ihtiyacı var.
İsrail’de işbaşındaki Siyonist yayılmacı-işgalci rejime, Filistin’de soykırımı, Batı Şeria’da mezalim için gerekli her bir mermiyi, roketi, bombayı ve yeni bir ordu kurması için gerekli parayı veren şimdiki başkan Biden ise, ABD halkının Filistin yanlısı tutumunu gördükçe, yaklaşan seçim kaygısıyla, güya İsrail’e itidal tavsiye ediyor. Artık çok geç.
İsrail’in (ve dünyanın) önünde iki yol var: Netanyahu hapisten kurtulmak için, Gazze’yi de işgal etmesi şartıyla koalisyona katılmayı kabul eden radikal dinci altı partinin ve Trump gibi dostlarının tavsiyesiyle, İran’la giriştiği misilleme yarışında el büyütür; İran’a nükleer tesislerini de içine alan büyük, yıkıcı, kendi
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Meclis’i açış konuşmasında, İsrail’den yeni bir sıfatla söz etti; İsrail’in bir apartheid (ırk ayrımı) devleti” olduğunu söyledi. İsrail’den bu sıfatla söz eden çok devlet adamı yok. Chicago Üniversitesi’nde Amerikalı siyaset bilimci ve uluslararası ilişkiler bilgini Prof. Dr. John J. Mearsheimer’ın İsrail’in, Arap yurttaşlarına ve kuşatma altında tuttuğu Filistin topraklarındaki halka karşı çıkarttığı yasalarla uygulamaya başladığı hukuk düzenine bu adı veriyor.
Bu sıfatla anılan ve bu sebeple 1962’de BM tarafından kınanarak, ekonomik ve diğer yaptırımların uygulanması kararlaştırılan ilk ve son devlet Güney Afrika Cumhuriyeti oldu. Ülkeyi 1820’lerde işgal eden ve 1994’e kadar, yerli halkın demokratik ve ekonomik haklarını tanımayı reddeden Hollandalı göçmenler nüfusun yüzde 7’sini oluşturuyorlardı. Yerli siyahların kentlere girmesi yasaktı; ancak kendi köylerinde ve kasabalarında oturabilirlerdi. Çalışmalarına izin verilen iş yerlerine, camları kartonlarla kapatılmış otobüslerle
İsrail’de üç ana istihbarat-casusluk ve karşı-casusluk kuruluşu var:
MOSSAD: Başbakanlığa bağlı ana istihbarat birimi; AMAN: İsrail silahlı kuvvetlerinin yedi bölümden oluşan istihbarat dairesi; ŞİN BET: İbranice adının baş harfleriyle anılan karşı-terörizm dairesi.
Lübnan’daki çağrı cihazı ve telsiz-telefon yoluyla yapılan kitle suikastının ayrıntıları belli oldukça, birçok kaynakta Hizbullah’ın gücüne, yapılanmasına ve kendi güvenliğine ilişkin kuşkulu analizler, yorumlar çıktı. Ben de bu sütunlarda, Hizbullah’ın nasıl olup da Macaristan’dan içi bomba döşeli haberleşme cihazlarını alıp, hem kendi militanlarına hem de sivil halka ulaştırılmasına aracı olduğunu anlamanın güçlüğünü ifade ettim.
O Hizbullah ki, 2013 yılından bu hafta başına kadar Lübnan’dan İsrail’e 18 binden fazla (bir kaynağa göre 26 bin) roket attı ve toplam 33 İsraillinin ölümüne sebep oldu. O Hizbullah ki, son bir yılda 17 yöneticisinin yanı sıra geçen Cuma günü de kurucusu ve lideri Hasan Nasrallah
Ulusal haber alma örgütümüz (MİT) yurt içinde ve dışında bir çok operasyonlar yapıyor; ama belleğimizde bunlardan ikisi var ki, harekete katılan elemanların isimleri ve resimleri bir takım siyasetçiler eliyle ve medya kanalıyla kamuoyuna açıklanmıştı. İsrail’in Hizbullah’a karşı giriştiği çağrı cihazı-telsiz telefon yoluyla kitle suikastının ayrıntıları ortaya çıktıkça, insan elinde olmadan kendi ülkesiyle karşılaştırmalar yapıyor. İsrail’de iktidara muhalif siyasetçi yok mu? İsrail’de bu siyasetçilerin hükumetin gizli operasyonlarına ilişkin ele geçireceği bilgileri yayınlamaya hazır gazeteci-televizyoncu yok mu? Peki nasıl oluyor da bizde--haydi sadece Türkiye’de olduğu izlenimini vermeyelim; ABD’de, İngiltere’de, hatta Rusya’da--bu operasyonların elemanları adlarıyla, sanlarıyla ve fotoğrafları ile (hele birisi operasyon sırasında yapılan video kayıtlarıyla) açıklanabiliyor da, İsrail’e gelince bu bilgiler hiç ama hiç açıklanmadığı gibi, iktidarıyla, koalisyonuyla, muhalefetiyle bu girişimlerin
İsrail bir terör devletidir; bütün İsrailliler terörist değildir ama devletleri, hükumetleri, bakanlıkları tümüyle terör aletidir.
Terör devleti, şiddeti (yani askeriyle, polisiyle, silahlarıyla, diplomatlarıyla, bilim insanları ile teknisyenleri ile bütün devlet aygıtını) meşru ve hukuki olmayan amaçlar için başka ulusları (veya kendi ülkesindeki halkın bir bölümünü) korkutmak amacıyla kullanır. İsrail, yıllar önce Macaristan’da bir çağrı cihazı fabrikası kurmuş ve bu firmayı Lübnan’a çağrı cihazı ithal etmek isteyenlerle buluşturmuş; yani devletin her bir mensubu bu toplu sivil suikastı hazırlığına ortak olmuş.
Sonra bir düğmeye basmak suretiyle (bu projenin kod adı da “Düğme” imiş!) Lübnan’da iki ayrı saldırıda üç binden fazla insanın eli kolu, ayağı koptu; yüzü parçalandı, gözleri kör oldu. 97 kişi öldü. Ölü sayısı artıyor. Bunların 4’ü çocuk, 8’i sağlık çalışanı. Yani hiçbiri Hizbullah militanı değil.
Şimdi bu konuyu