Koca sezon bu maçla bitebilirdi. Ama bitmedi.
Fenerbahçe çok zorlu bir maçı ikinci yarıdaki futbolu ve doğru müdahalelerle almayı başardı. İlk yarı resmen faciaydı. Hatırlanmaması gereken bir ilk yarı...
Ne top tutabildiler, ne doğru dürüst pas verebildiler, ne organize olabildiler, ne pozisyon üretebildiler.
Oysa farklı bir on bir vardı. Böyle olunca bir heyecan beklersin. Ama o da yok. Golü yiyinceye kadar uğraştılar. Ve yediler. Sonra, Fenerbahçe lütfen toparladı. Daha hakim olmaya başladılar. Durağanlıktan üretken olmaya geçtiler.
Talisca’nın, serbest vuruş topundan sonra İrfan Can iki tane yüzde yüz kaçırdı. Hem de sol ayağına gelen toplar. Bir de Dzeko...
Geçen hafta da böyle oldu. Her geleni yiyiyorlar, ama atamıyorlar. Peki nasıl kazanacaksın?
Ama tabii şu var. Geçen haftaki beraberlik belli ki çok etkilemiş. Sahaya benzini biten araba gibi çıktılar. Bu her hallerinden o kadar belliydi ki... Yoksa bu futbolun nasıl açıklaması olabilir?
Bu bir veda maçı oldu.
Kırılmak camın kaderinde varmış. Fenerbahçe’nin kaderi de aynen böyle...
Fenerbahçe ilk yarının hemen başında daha motoru ısınmadan golü yedi. Skriniar’ın kötü pası ve arkadan Ramazan’ın boş alanda yakaladığı topu Livakoviç’in altından topu filelere göndermesi bir şok etkisi yaptı.
Tabii burada Gökhan’ın mükemmel asistini unutmamak lazım.Tabii bu şok gol, Fenerbahçe’nin hemen aklına başına getirdi. Rakip kalede ağır baskı kurdu. Pozisyonlar buldu.
Göbekten ve özellikle Maximin’in kanalından sürekli gol aradı. Beraberlik golü daha da erken gelebilirdi. Ancak sahada kafa ayarı bozuk bir En-Nesyri vardı. Normalde leblebi gibi atacağı gollerde ya fazla ya da az yükseldi. Bir türlü ayarı tutturamadı. O yüzden golde gecikti.
Ancak özellikle 25. dakikadan sonra enteresandır Mert Müldür sol kanatta müthiş bir şekilde oyuna ağırlığını koydu. Bitmek tükenmek bilmeyen bir enerji ile takımını hücuma yönlendirdi. Bunlardan birinde de Maximin’in ortası Bilal’in topu elinden
Bu maçın kıran kırana geçeceği belliydi ve öyle de oldu. Fenerbahçe rakibine oranla daha üstün mü oynadı? Hayır. Ama kaliteli ayakları bu kritik virajda üç puanı getirdi.
Mükemmellik bir hedef değil bir alışkanlıktır. Siz buna ulaşamazsanız bile hedefe kaliteyle ulaşabilirsiniz. Fenerbahçe de öyle yaptı. Kaliteyle hedefe ulaşmayı bildi.
İlk yarı Fenerbahçe adına çok zor geçti. Savunmada sıkıntı çeken, gol pozisyonu yaratmada zorlanan konuk ekip, sihirli ayağı Talisca’nın kendi yarattığı ve yine kendi attığı golle beklenmedik anda gole kavuştu. Oysa 45 dakika boyunca yine Talisca’nın kafası dışında tek bir pozisyon bile yoktu.
Buna karşılık Sivas’ın atakları çok tehlikeli oldu. Özelikle Manaj çok zorladı. Ancak Livakovic öyle iki kurtarış yaptı ki, resmen takımını ayakta tutan adam oldu. Enteresandır Sivasspor, Galatasaray’ın son kupa maçında yaptığı taktiğin aynısını yaptı. Yani kendi sahasından attığı uzun toplarla Bekir, Charisis ve Manaj ile Fenerbahçe defansının dengesini bozmayı amaçladı. Bunda da başarılı oldu.
Şöyle bir söz vardır; Kader gayrete aşıktır diye...
Öylesine bir maçtı ki muhtemel bir puan kaybında Fenerbahçe bir ay içinde Avrupa, Kupa ve ligden uzaklaşacak ve kulüp olarak tam bir kaos içine girecekti. Ancak ikinci yarı öyle bir Fenerbahçe izledik ki bir futbolsever olarak maçın hiç bitmesini istemedik.
Oysa ilk yarıda işler hiç iyi gitmedi. Belli ki Fenerbahçe bu yarıda hala Galatasaray maçının etkisindeydi. Moraller düşük, psikoloji yerlerdeydi. Üstelik bir de Mourinho’nun kadro yanlışlığı vardı.
Tadiç zaten fizik ve psikolojik olarak çok geriye gitmiş. Asıl kesilmesi gereken oyuncu oyken Oğuz’u ya da İrfan Can’ı kesen Mourinho’nun belli ki kafası karışık. Dzeko’yu anlarım. Çünkü En Nesyri ramazan ayının başından itibaren formsuz. Ramazan bitti hala formsuz. Ama Tadiç hiç olmadı.
Buna rağmen ilk yarıda Fenerbahçe öne geçebilecek pozisyonlar buldu. Hatta bir tanesinde Amrabat baskıyla kaptığı topu Dzeko’ya verse bu oyuncu neredeyse boş kaleye golü atabilirdi. Ama o
Futbol edebiyatımıza bir de burun sıkma olayı girdi.
Öncelikle şunu yazayım... Fenerbahçe ile Galatasaray arasındaki sözlü, fiziki kavga artık herkesi bıktırdı. Tabii bununla beslenenleri saymıyorum.
Bazıları bundan ya sadistçe zevk alıyor ya da para kazanıyor. Çünkü ateşe körükle gitmenin başka açıklaması yok.
Bu iki kulübümüz belki de bir asırdır mücadele ediyor. Ancak hiçbir dönem rekabet bu kadar yerlerde olmamıştı.
İşin tuhafı bu anlamsız ve rezil savaşa ne yukarıdan ne de aşağıdan hiçbir müdahale gelmiyor. Sanki herkes memnun.
Arada kalan aklı selimler bile buna alet edilmeye çalışılıyor ya da yemediği hakaret kalmıyor.
Şimdi son maça bakalım.
Galatasaray dün yarı finale yükselirken herkesin şapka çıkarması gereken bir futbol oynadı. Hakkı olanı aldı. Rakibini her yönüyle futboldan soğuttu.Öyle bir ilk yarı izledik ki ben Fenerbahçe’nin Galatasaray önünde bu kadar ezildiği bir 45 dakika bugüne kadar izlemedim.
Hani Galatasaray 13 - 14 kişi oynadı desek şaşırtıcı olmaz. Sahanın her yerindeydi Galatasaray. Bu sezonun belki de en iyi futbolunu oynadı. Hatalı tek kul yoktu.
Ne pozisyon verdiler ne de rakiplerine şut attırdılar. Pas yüzdesi en üst düzeydeydi. Rakip alanda bastılar, rakiplerini çıkarmadılar, ender hücumlarda da nefes aldırmadılar.
Şöyle yazayım eğer Barış Alper gününde olsa ilk yarı 4 ya da 5 olurdu.Fenerbahçe o kadar çok pas hatası yaptı ki saymayı unuttum. Sanki takım öğlen maraton koşmuş maça öyle çıkmıştı. Bu kötü görüntünün hiçbir açıklaması yok. Tabii bir de taktiksel durum var.
Galatasaray’ın sahaya çıkardığı kadronun ne yapacağı belli. Uzun toplar Osimhen, Yunus ve Barış ile rakip kaleyi zorlama. Yani bunun
Lig ve Avrupa’da son oynanan üç maça baktığınız zaman Fenerbahçe’nin pozisyon üretme sorunu yok...
Set oyununda ve kontrada iyi yerleşim ve orta alan katkısı, kanatların desteği ile neredeyse her atak gol pozisyonu oluyor.
Ama Rangers ve Samsun maçlarında Fenerbahçe forvetlerinin ayağında sanki pranga vardı.
Sonuçta hem elendiler hem de ligde iki puan kaptırdılar.
Tabii dün öyle olmadı. Yine bol pozisyon vardı ama bu kez neredeyse kaçan gol yoktu. Genç kaleci Rüzgar’ın tecrübesizliğini de - özellikle 3. golde - unutmamak lazım.
İlk yarı Fenerbahçe çok rahat oynadı. Fred’in yokluğunda İrfan Can özellikle hücumda etkili olmaya çalıştı. Tabii bölgesinin yabancılığı oyuna biraz geç girmesine neden oldu. Ama sonra ağırlığını oyuna koydu.
Sağ kanatta Oğuz ise bildiğiniz gibi. Gençliğinin verdiği enerji ile hiç yorulmak bilmiyor. Milli takımda oynadığı zorlu Macar maçlarına rağmen yine çok etkiliydi. Ama sol kanatta oynayan Kostiç için aynı şeyi söyleyemeyeceğiz. Yorgun olduğu her halinden
Şimdi Mourinho Türk futbolunun itibarını zedeliyor lafı çok gündemde... Ben bu söze çok gülüyorum da... Yine de yazayım siz de gülün.
Hemen bakalım geçen seneki olaylara...
1- Sahada hakem dövülmüş ve döven hapse atılmış.
2-Türkiye’de ilk kez bir Süper Kupa finali oynatılamamış. Sonu rezaletle bitmiş.
3-Belki de ilk kez Süper Lig’de hakem hatalarından bıkan bir takım maçı bitirmemiş ve tepki olarak sahadan çekilmiş.
4-Sadece Afrika ülkelerinde görülecek bir şekilde Trabzonspor- Fenerbahçe maçında taraftar sahaya inmiş konuk takım futbolcularını linç etmeye çalışmış. Üstelik “bizi dövdüler” diye rakip takım oyuncuları suçlanmış. Enteresandır güvenlik güçlerinin yetersiz olduğu maçta özel güvenlik sorumluluk alarak olayları önlemeye çalışmış. Ayrıca maç oynanırken sahaya meşale atılmış ve o meşale yanarken maç oynanmış.
5-Bir çok takımımızın borçları nedeniyle transfer tahtaları FİFA tarafından kapatılmış. Ve bu kulüpler