ESKİDEN
tedai denirdi, şimdi
çağrışım diyoruz.
Nedir çağrışım?
Bir olayla, bir deyimle, bir lafla karşılaşırsınız, bu karşılaştığınız şeylerle, geçmişte yaşadığınız ya da bildiğiniz şeylerle, benzerlikler ya da karşıtlıklar bulursunuz, işte buna çağrışım denir.
Bugünlerde de bazı olaylar ve davranışlar bizde çağrışım yapıyor.
* * *
ÖRNEĞİN,
Mustafa Denizli, Belçika maçına çıkmadan önce soyunma odasında futbolculara, Kartacalı ünlü asker ve devlet adamı
Anibal'ın bir sözünü söylemiş:
"Arkadaşlar, ya yeni bir yol bulacağız, ya yeni bir yol açacağız!"* * *
ANİBAL'ın adını duyar duymaz aklımıza kimler gelmedi ki!
Fazıl Ahmet Aykaç geldi, Allah uzun ömür versin, oğlu
Eşfak Aykaç ağabeyimiz geldi,
Nezih Demirkent geldi, genç yaşta kaybettiğimiz
Ergin İnanç geldi,
Sevgili Ergin yaşasaydı da, Galatasaray'ın zaferini görseydi...
Diyeceksiniz
"Ne alakası var, Anibal ile şu saydığın insanların ne ilgisi var?"
Bir kere anlatmıştık, bir daha anlatalım...
* * *
NEZİH Demirkent'in Hürriyet'te "tek adam" olduğu yıllar. Bobin artığı, fersude kağıttan, gazetenin yüksek politikasına kadar, her şey ondan soruluyor. Üstelik, her gün adını koymasa bile "Bir Günün Hikayesi" köşesini de düzenliyor. Biz - ikisi de rahmetli oldu.- Tahsin Öztin ağabey ve karikatürcü Nehar Tüblek'le üçümüz, bir odada oturuyoruz.
Sabah sabah Eşfak abi bir hışımla odaya daldı, babasının ünlü dörtlüğü "Bir Günün Hikayesi" köşesinde yayınlanmış:
"Hele var ki bir tablo
Görse şaşar Anibal.
Ördeklerden bir filo
Bir de kazdan amiral"
Meğer, bu dörtlük yanlış yazılmış,
Eşfak abi'nin tepesi atmış:
"Yanlış efendim yanlış, ben babamın ne yazdığını bilmez miyim?" diyor.
Odada rahmetli
Ergin İnanç da var, sabah çayına gelmiş, gayet sakin lafa karıştı:
"Ama o dörtlüğü Nezih abi yazdı!"Eşfak abi, bir an durdu, o erişilmez efendiliği, çelebiliği ve nüktesiyle cevap verdi:
"O halde babam yanlış yazmıştır!"* * *
BUGÜNLERDE, siyaset aleminde, hayvanlarla uğraşılıyor, kimi
kurt diyor, kimi üçüzü,
öküz anlıyor, kimi
kuş diyor, kimi
arı, kimi
kırat, kimi
kartal, kimi de
serçe...
Serçe denilince, bizim aklımıza hemen
Güngör Uras gelir, çünkü aramızda yıllardır bir
"serçe, kartal muhabbeti" sürüp gider. Biz ona takılırız:
"Serçe serçeyle uçar, kartal kartalla... Zinhar yerini karıştırıp kartalların arasına katılma!" deriz.
Sevgili
Güngör Uras'ın bugünlerde kimlerle uçtuğunu pek bilemiyoruz, kendisini Siirt ve Kars'ın dertlerine adadı, onun sayesinde dünya, alem Siirt'i de, Kars'ı da tanıdı, nasıl tezek yapıldığını da öğrendi.
* * *
NEYSE gelelim serçeye...
Geçenlerde
İlhan Selçuk anlattı, tam
"kıssadan hisse" çıkarılacak anlamlı bir anı...
Osmanlı döneminde memurlardan biri, Belediye Başkanı
Mazhar Paşa'yla takışmış, başına geleceklerden habersiz...
Amirlerden biri uyarmış:
"Paşa ile uğraşacağına, Paşa'ya sığın!"Memur kızmış:
"Ne demek efendim, kanun yok mu?"Göngörmüş amir
"Dur!" demiş,
"Bizim devletimizde kanunun ne olduğunu ben sana anlatayım!"
* * *
VE o günden bugüne, hala geçerliliğini koruyan, devletin kanun anlayışını anlatmış:
"Bizde kanun, örümcek ağına benzer. Sinekler bu ağa takılıp ölürler. Ama serçe kuşu bana mısın, demez, ağı parçalayıp geçer. Ama sen bir sineksin, ağa düştün! Şimdi canın ne isterse onu yap!"
* * *
YA işte böyle sevgili
Güngör Uras, eski serçeler de serçeymiş hani, ağı delip geçerlermiş...
Neredeeee eski serçeler, nerede eski enginarlar?!!
Yazara E-Posta: h.pulur@milliyet.com.tr