Kamu borcu büyük sorun. 152 milyar dolara ulaşmış bulunuyor. Bunun 46.4 milyar doları iç piyasaya, 29.8 milyar doları da dış piyasaya. Gerisi de ya kamuya, ya da uluslararası resmi kuruluşlara. Asıl sorun ise iç piyasaya olan kısımda. Çünkü reel faiz iç borçta çok yüksek. Bu borcun bir kısmı dövize endeksli, bir kısmı değişken faizli (yani üç ayda bir faiz ihalelerle belirleniyor), bir kısmı da sabit faizli. Yani enflasyon düşse de yüksek faiz ödeniyor.
Krizden bu yana enflasyon sürekli düşüyor. Böylece uzun vadeli, sabit faizli bonolar için hep yüksek reel faiz ödeniyor. Öte yandan belirsizlikler de uzun vadeli faizleri yükseltiyor. Hazine de bir hayli zorlanıyor.
Bu durumda daha sıkı bir kamu maliyesi disipliniyle faiz - dışı fazlanın artması isteniyor. Ancak bu da sürdürülebilir bir politika değil. Çünkü sosyal bakımdan harcama yapmayıp, aksine dar gelirliden vergi alıp, bunu borç faizine yatırmanın bir sınırı var.
Programın hedefi kamu borcunu 2006 yılında milli gelirin yüzde 60'ının altına çekmek. Böylece AB, daha doğrusu Maastricht kriterleri sağlanmış olacak. Şu anda ise kamu borcunun milli gelire oranı yüzde 80 civarında.
Borcun azalması için öncelikle faizlerin düşmesi gerekiyor. Böylece borcun büyümesi duracak. İkincisi, borcun ödenerek küçülebilmesi için bütçede fazlalık olacak. Ve üçüncüsü, borcun milli gelir içinde küçülmesi için ekonomi, yani pasta, büyüyecek.
Ekonominin büyümenin olmadığı yıllarda borcu ödemek üç bakımdan zorlaşıyor. Birincisi, pasta küçüldüğü için vergi toplamak zorlaşıyor. Yani hedeflenen bütçe fazlası tutmuyor. İkincisi, borç gelir içinde yükseliyor. Tasarruflar da daraldığından faizler büsbütün yükseliyor. Ve üçüncüsü, genellikle durgunluk dönemlerinde nominal faizler aynı kalırken, enflasyon düştüğünden reel faizler çok yükseliyor. Bütün bunlar Hazine'ye sıkıntı yaratıyor.
Ekonomik daralmanın başladığı böylesi dönemlerde Hazine'yi bu ek yükten kurtarmak için bir formül bulmak gerekiyor. İşte bundan birkaç ay önce böylesi bir formül iki IMF ekonomisti tarafından geliştirilmiş. (Bak. Eduardo Borensztein ve Paulo Mauro: GYİH - endeksli bonolara yeniden bakış)
Formül oldukça basit. Her bononun bir asgari faizi oluyor. Ama ekonominin iyi gittiği yıllarda olumlu gelişme yatırımcıya yansıtılıyor. Kötü gittiği yıllarda ise yatırımcı asgari faizle yetiniyor. Formül Hazine için mükemmel. Ama iki konuyu unutmamalıyız. Birincisi, bu tür bonoların vadesinin çok uzun olması gerekiyor, ki gelişmelerden yararlanılabilsin. İkincisi baştan piyasada talep görmesi gerekiyor.
Araştırmacılar dış borçta bu formülün düzenbazlıklara neden olabileceğinden kaygı duyuyor. Çünkü ülkeler daha az faiz ödemek için büyüme rakamlarıyla oynayabilir. Bunun bir çıkışı benzer ülkelerin beraberce bu yöntemi kullanması. Örneğin petrol üreten ülkeler kendi aralarında petrol ihracatlarına bağlı olarak bono çıkarabilir.
İç borçta bu formül bir takas işlemiyle başlatılabilir. Ülkemizde gayri safi yurtiçi hasılaya dayalı böyle bir borçlanma enstrümanı olsaydı ne olurdu? Bilmiyoruz ama tartışmaya değer.
Özay Şendir
Küfür çok ayıp, geçmişi yazmak yeter...
6 Haziran 2025
Abbas Güçlü
Yaşadığımız toprakların farkında mıyız?..
6 Haziran 2025
Zafer Şahin
Senin kısmetine Kent Lokantası düştü İstanbul
6 Haziran 2025
Abdullah Karakuş
Savaş tamtamları ile barış olur mu?
6 Haziran 2025
Mehmet Tez
Pink Floyd, Live in Pompeii: Woodstock’ın tam tersi
6 Haziran 2025