Hurşit Güneş

Hurşit Güneş

hgunes@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Son aylarda misafirliğe gittiğimizde tarafımıza sorulan en sık soru "ne içersiniz?" filan değil. "Kur nereye gider?" Dalgalı sistemde kur tahmini yapmak güç. Doğrusu döviz alan riskini de almış olur. İşler çok kötü giderse kazanır. Gitmezse de TL’de duran. TL faizleri belli. Yani asgari getiriyi bilerek yatırım yapmış oluyorlar.
21 Şubat’ta kur dalgalanmaya bırakılınca ilginç (belki de ürkütücü) gelişmeler gözlendi. Önce bankacılık kesiminden ciddi miktarda döviz mevduatı çekildi. Hatta sonra bu çekiliş arttı. Bazı tasarrufçular repolarındaki paralarla piyasadan döviz almayı sürdürdü. Bunların bir kısmı dövizleri bankaya yatırsa bile, bir kısmı yastık altına attı..
Devalüasyonla beraber 1 milyar dolara yakın bir mevduat bankalardan çekildi. Miktarına göre kimi yurtdışına, kimi kasaya, kimi de yastık altına gitti. Daha sonra yani mart ayında bir o kadar daha döviz mevduatı çekilişi oldu. Nisan ayında çekiliş yavaşladı ama durmadı. Böylece sistemden neredeyse 2.5 milyar dolarlık bir çıkış oldu (üstelik bu tam bankaların sendikasyon ödemesine denk geldi. Ve ciddi bir kaynak kuruması yaşandı).
Nisan sonundan itibaren sisteme 2 milyar dolardan fazla döviz mevduatı döndü. Bu bir bakıma iyi. Çünkü bankalar kaynak bulmuş oluyor. Ancak vatandaşın gözünün hala dövizde olduğu anlaşılıyor.
Şimdi ne olacak?
Önce döviz dengelerimize bakalım: Geçen yıl sonunda ödemeler dengesinin cari hesapları (yani döviz kazanç hesabı) 10 milyar dolar açık vermişti. Bu da 10 milyar dolarlık bir sermaye akışıyla finanse edilmişti. Bu yıl 5 - 6 milyar dolarlık bir cari fazlalık bekleniyor. Demek ki, geçen yıla göre cari dengede en az 15 milyar dolarlık bir değişim sağlanıyor.
Sermaye hesaplarına gelince.. Geçen yılın 10 milyar dolarlık girişinin çoğu kaçtı bile. Diyelim kalan 2 milyar dolar olsun. Öte yandan, bu yıl doğrudan yabancı sermayenin 2 milyar doları aşması bekleniyor. İşçi dövizlerinde de beklenen bir artış var, ama biz yine büyük kalemlerle ilgilenelim. Net çıkış 8, IMF’nin girişi de 16 milyar dolar olduğuna göre fark 8 milyar dolar eder. Diğer sermaye kalemlerindeki artışı da eklerseniz cari işlemlerden gelen 15, sermaye hareketlerinden gelen 10 milyar dolarla bu yıl toplam 25 milyar dolar piyasaya girecek. Hatta girmekte bile. Bunun bir kısmı, IMF parası, piyasaya sürülüyor. Açıkçası döviz bu yıl yağıyor.
Döviz bol bol geliyor. Ama önemli bir kısmı henüz piyasada bozulmuyor. Herkes beklemede. Siyasete güvenmiyor, aksine döviz alıyor. Kur da artıyor. Sonunda ne olacak? İşler sürekli kötüye gitmezse aniden kur çöküşü yaşanabilir..
İşlerin kötü gitmesinin temeli de enflasyonun artması, yani paranın çoğalmasıdır. Dostumuz Salih Neftçi köşesinde spekülatif hareketleri değerlendiren bir makale yazmış. Oysa parasal artış (yani fundamental değişim) yoksa tüm spekülasyonlar sonunda tıkanır kalır. Deyim yerindeyse baloncuk olur. Şimdiye dek ciddi bir parasal artış yapıldı. Kamu bankalarına yüklü miktarda para sağlandı (bizim hesaplarımıza göre bu 19 katrilyonu buluyor. Nitekim MB Parası 7 kat artarak 6 katrilyon TL’yi buldu).. Ancak bundan sonra parasal genişleme beklenmediğine göre spekülatif söylentiler (Başbakan’ın sağlığı, konsolidasyon, teknisyenler kabinesi, v.b.) de kısa erimli kalacaktır.
Yukarıdaki grafikte Merkez Bankası’nın menkul değerler cüzdanının (MDC) sürekli şiştiği ve bu nedenle bastığı paranın da (MBP) bir miktar arttığı gözlenmekte. Merkez Bankası şimdiye kadar piyasaya çok para verdi. Dolayısıyla kur giderken kendine yol buldu. Bundan sonra TL daralır, döviz bollaşırsa ne olur, siz yanıtlayın.
"Kur nereye gidecek?" Umarız bu soru daha az sorulur.

Konsolidasyon demek "kimse bono almaz, sonuçta da devlet borçlarını ödeyemez, yeniden takvimlendirir" demektir. Bu ara bu muhabbet piyasalara yayıldı. Bilen bilmeyen konuşuyor. Bunun pek olası olmadığını Hazine Müsteşarı Faik Öztrak cuma günü düzenlediği bir basın toplantısı ile açıkladı. Öztrak temel olarak üç konu üzerinde durdu:
• Kamunun toplam borcu ile iç borcun servisi yapılması gereken kısmı karıştırılıyor. Oysa yalnızca özel kesimdeki borç senetleri önemli. Üstelik bunların bir kısmı zaten uzun vadeli. Gerisi de ya kamunun elinde ya da Merkez Bankası’nda... (hatırlatalım; durumu abartarak yanlış izlenimler veren, döviz talebini kışkırtan bir güruh var. Ciddi de paralar kazanıyorlar.)
• IMF’den ciddi bir mali yardım geliyor. Ve nasıl faiz yükseldikçe Merkez Bankası’nın enflasyonu düşürmesi kolaylaşıyorsa, devalüasyon da Hazine’nin kasasına giren TL’yi artırıyor. Ayrıca, bütçede gelişmeler beklenenden daha iyi. Ciddi bir bütçe fazlası oluşuyor.
• Ve son olarak faiz bir sonuç. Riskleri içeriyor. Yüksek faiz elbette istenmiyor ama buna suni bir önlem de tasarlanmıyor. Belli bir vadede nasıl olsa düşecek. Enflasyon beklentileri kırılacak ve faizler de düşecek. Yalnızca erken düşerse, reel ekonomi daha çabuk toparlanacak.
Şimdi gelelim yatırımlardaki beklentimize... Önce bankaların durumu: Bu ara bonolara rağbet etmediklerini biliyoruz. Daha doğrusu rağbet ediyorlar da biraz ayak sürçerek faizi yükseltiyorlar. Daha çok gecelik piyasada bekliyorlar. Tabii şimdilik. Paralarını kredilere de yönlendiremiyorlar, çünkü konjonktür çok kötü. (Bu faizle kredi alan belini doğrultamaz.)
Tasarrufçuya gelince.. Dövizle TL arasında bocalıyor. Yıl sonu döviz kuru tahminleri 1.250.000 ile 1.350.000 TL arasında değişiyor. Biz 1.500.000 TL varsayımıyla hareket edelim. Yani en kötü versiyona geçelim. Bu yüzde 11’lik kur artışı demektir. Üstüne fahiş faiz olarak ayda yüzde 1 net getiri koyarsak yüzde 16.6 eder.. Diğer seçenek ise TL. Şu anda 6 aylık bonolar vade sonunda net yüzde 41 getiriyor. Altı ayda yüzde 25’ten fazla farkı bankalar veya yatırımcılar sizce yerde bırakır mı? Göreceğiz.
Nisan sonundan itibaren sisteme 2 milyar dolardan fazla döviz mevduatı döndü. Bu bir bakıma iyi. Çünkü bankalar kaynak bulmuş oluyor. Ancak vatandaşın hala dövize rağbet ettiği anlaşılıyor, ki onlara yukarıdaki hesabı anlatmak gerekiyor.

Geçen hafta TV programımda Yapı Kredi Bankası’nın Genel Müdür Başyardımcılarından Dr. Hasan Ersel konuğumdu. Ersel değerli bir akademisyen. Bir zamanlar Mülkiye’de de hocalık yapıyordu. Sonra Merkez Bankası’nda Saracoğlu döneminde Başkan Yardımcısı oldu. O dönemde birçok değerli araştırma gerçekleştirildi. Şimdi de Yapı Kredi Bankası’nda benzer çalışmalar içinde.
Ersel’in son çalışması (ki ısrarla diğer 6 ortağını belirtiyor) döviz kurundaki oynaklıkla enflasyon arasındaki yakın ilişkiyi irdeliyor. Çalışma özellikle devalüasyon öncesi dönemi inceliyor. Ve sonuçlar şöyle:
1) Merkez Bankası’nın faizleri düşürerek iç borçlanmanın sürdürülebilirliğine katkı yapma yönünde politikası, ekonominin diğer karar alıcıların davranışlarını etkileyerek enflasyonu düşürme politikasını tehlikeye düşürebilir,
2) Döviz kurlarındaki oynaklık enflasyonu besleyici etki yaratıyor.
Özetle durum şu: Mevcut politika yanlış. Faizler yükselmeli. Ancak böyle kur istikrara kavuşabilir. Sonra enflasyon düşünce tekrar faizler de düşecektir.
Aklımıza gelen eleştirileri sıralayalım:
• Faizler mart ayında bileşik yüzde 200 civarındaydı. Yani zaten yüksekti. Sonra hızla düştü. Yüzde 72 ile uzun vadeli borçlanma bile mümkün oldu. Ancak hükümetin içindeki gereksiz tartışmalarla yeniden yükseldi. Şimdi faizleri daha da mı yükseltmeliyiz? Ya hep yüksek kalırsa? Kaldı ki, 1999 sonuna dek kur kontrol altındayken reel faizler hep yüksekti.
• Bu program enflasyonu engelleme programından çok, ekonomiyi tamir etme ve reel faizleri düşürme programı. Enflasyonla mücadele normal koşullarda gelecek yıl başlayacak gibi görünüyor. Dolayısıyla düşük kur, yüksek reel faiz (yani sıcak para politikasına) gerek yok. Amaç da bu değil.
• 2000 yılında kurun istikrara kavuşmasına rağmen, hem faiz patlamıştı (kasım), hem de ardından (şubatta) kur. Bunu unutmayalım. Üstelik ciddi bir durgunluk içindeyiz. Faizlerin düşmesi kaçınılmaz.
• Hem kur, hem bono faizi neden yükselir? Bize göre elbette risklerden. O zaman bunlardan birini daha da yükselterek işleri düzeltebilir miyiz?
Hastanın hem ateşi çıkmış, hem de öksürüyor. Tedavi olarak ateşin biraz daha çıkması öneriliyor.