Otuz yıl önce yoksulluk konusu bol işlenirdi. Kırsal kesimin sefaleti, hatta kentlerde yaşayanların buna duyarsızlığı yazılırdı. 1980'li yıllara dek bu söylem sürdü. Ancak 1980'li yıllarda bu tür söylemler yoksulluk edebiyatı olarak nitelenmeye başladı. Adeta ayıp sayılır oldu. Gelir dağılımı duyarlığı toplumsal hafızadan kazınmaya çalışıldı. Sonunda büyük ölçüde başarıldı da.
Oysa makul bir yaşam standardı herkesin hakkı. Hatta uygarlığın gereği. Sağlıklı olmak, barınak, eğitim fırsatlarının olması, emeklilikte sıkıntısız bir yaşam sürdürebilmek günümüz insanının en temel hakları. Fakat bunların hepsi yeterli bir gelir gerektiriyor. Asıl sorun da burada. Üretmeyince gelir de olmuyor.
Düşük ücret elbette büyük bir adaletsizliktir. Herkes emeğinin karşılığını almalı ve makul bir yaşam standardı tutturmalıdır. Çalışanlar örgütlenirse ücretler de yükselir. Mesela kamuda çalışan işçilerin bu arada toplu sözleşme görüşmeleri sürüyor. Sendikalar eylem halinde. Hükümet ise katı davranıyor. Memurların sendikal haklarının olmaması nedeniyle maaşlarının düşük kaldığını, işçilerin ise aşırı yüksek olduğu görüşünü savunuyor.
Çalışanın sosyal hakları, ücretin yükselmesinden önce gelmeli. Çünkü sosyal haklar, özellikle sigortalı olarak elde edilen sağlık ve emeklilik hakları, çalışanı doğrudan ilgilendiriyor. Fakat ülkemizde bırakın sendikalı olmayı, hatta bırakın sigortalı olmayı, sigortasız bile çalışmaya hazır yüz binlerce insan var.
İşsizlik en büyük adaletsizliktir. İşsizlik yoksulluktan da öte yoksunluktur. Bir insanın akşamları evine aş götürememesinden daha acı ne olabilir? İşsiz insan topluma tepki duyar. Hatta sonunda suç bile işleyebilir. İşsizlik ayyuka çıkarsa toplumsal huzur da bozulur.
Krizden bu yana toplumsal illet giderek yayılıyor. Krizde haliyle birçok işadamı işçi çıkarmıştı. Kamuda ise zaten aşırı istihdam vardı. IMF, özellikle bankalardaki bu aşırı istihdamın azaltılmasını isteyince, işsiz ordusu daha da büyüdü. Kriz sonrası işler canlanmaya başlasa da yeni işçi alınmıyor. Çünkü artık işadamları daha az işçi ile aynı işi yaratmaya çalışıyor. Ya daha yüksek teknolojiyle, ya da daha etkin emek kullanımıyla.
İşsizlik arz yönlü de artıyor. Prof. Seyfettin Gürsel'in konu üzerine yaptığı çalışmada bir yandan kentlere olan göç, diğer yandan da kadın işgücünün emek piyasasına daha fazla girmesiyle arz yönlü baskı artıyor. Bu ilk bakışta modernlik ve çağdaşlık olarak nitelense de sonuçta işsizlik artıyor.
Şimdi nasıl olacak da bu işsizliği aşacağız? Kuşkusuz öncelikle ekonomik büyüme ile. Bunu da sürdürülebilir, yani sürekli olacak bir büyüme yapısıyla elde edeceğiz. Anadolu'nun çeşitli yerlerinde küçük yatırımlarla iş olanakları yaratmanın mümkün olduğunu Erzurum'da kış, Artvin'de dağ turizmi taleplerinde gördük. Hayvancılık, seracılık, meyve ve sebze üretiminin teşviki hep kırsal göçü yavaşlatacak, yoksulluğu azaltacak projeler.
Yoksulluk terörün de, irticanın da nedeni. Bu nedenle sosyal adalet doğrultusunda her siyasal çaba bu tehlikeleri bertaraf edecektir. Tabii bir de vicdanlarımızdaki sıkıntıyı.
Özay Şendir
Küfür çok ayıp, geçmişi yazmak yeter...
6 Haziran 2025
Abbas Güçlü
Yaşadığımız toprakların farkında mıyız?..
6 Haziran 2025
Zafer Şahin
Senin kısmetine Kent Lokantası düştü İstanbul
6 Haziran 2025
Abdullah Karakuş
Savaş tamtamları ile barış olur mu?
6 Haziran 2025
Mehmet Tez
Pink Floyd, Live in Pompeii: Woodstock’ın tam tersi
6 Haziran 2025