Hayli kapsamlı bir şekilde elden geçirilen Toyota Yaris, artık hem görünüşüyle, hem de karakteri ve donanımlarıyla bambaşka bir otomobilmiş havası veriyor
Eskiden garipserdim de, şimdilerde (geç de olsa) artık alıştım. Bazı modellerde makyaj, kimi zaman öyle bir kapsamlı hale getiriliyor ki, artık “estetik ameliyat” seviyesine eriştiğini düşünüyorum. Zira bildiğimiz bir modelken, birden bire sanki “yeni nesil”miş havasına bürünüyor ve görenleri, sevenlerini şaşırtıyor... Tıpkı insanlar gibi...
İşte Toyota’nın dördüncü nesil Yaris modeli de böyle bir şey. Firmanın daha önce tanıtım sırasında açıkladığı bilgiye dayanarak söylüyorum... Sadece ön ve arka tasarım, iç mekan düzenlemesi filan değil, harbi harbi 900’den fazla parçayı kapsayan bir değişimden bahsediyorum... Böylelikle Yaris, neredeyse “Aaaa, bu yeni nesiiiiil!” lafını ağzımdan çıkarabilecek kadar önemli bir değişime uğramış. Ciddi kafa patlatılmış yani...
Pratiklik zamanı
Bir kere bu operasyonla önce gayet sportif bir ön görünüm elde edilmiş. Gerçekten de sert bakışlı, ancak her an heyecana hazırmış gibi duran bir izlenim veriyor. Arka stop lambaları ise, eskisine göre bir hayli büyümüş. Otomobilin boyutları değişmese de,
Türkiye’de 1998 yılından bu yana ağırlıklı olarak otomotivle bağlantılı yatırımlar yapan ALJ Holding, bu kez de kurumsal ikinci ele yönelik “Otoshops” markasını kurdu. Otoshops ile birlikte Türkiye’de bugüne kadarki yatırımlarının toplamı 300 milyon doları aşan ALJ, bundan sonra da yeni yatırım fırsatları konusunda da istekli olduğu bildirildi.
ALJ Holding Yönetim Kurulu Başkanı ve Toyota Türkiye Pazarlama ve Satış A.Ş. CEO’su Ali Haydar Bozkurt, şirketin 1998 yılından bugüne Türkiye’de 300 milyon doları aşan yatırımları olduğunu hatırlatırken, “Önümüzdeki dönemde de otomotivle ilgili olan ya da olmayan yatırım olanaklarını değerlendireceğiz” diye konuştu. 26 milyon TL sermayeli Otoshops’ın, 65 milyon liranın üzerinde yatırımla faaliyete geçtiğini hatırlatan Bozkurt, ikinci el pazarında kurumsallığın yanı sıra fark yaratacak hizmetler sunacaklarını anlattı.
ALJ Holding’in, Türkiye’de otomotiv alanında Toyota ve Lexus distribütörlüklerinin yanı sıra ALJ Finans, DJCool ve DJAuto gibi yatırımları da bulunuyor.
Yılda 60 bin
Neredeyse 30 yıldır otomobil kullan, ondan sonra adamın biri, sırf “test pistinde”sin diye yan koltukta “bık bık” etsin... Hani, İngiliz olmasa diyeceğim var ama susuyorum bak!
Hızlı otomobil kullanmayı sevenlerin rüyalarından biridir... Şöyle bir piste çıkıp gazlayıvermek... Hatta arkadaşlarım arasında, televizyonda araç içine yerleştirilmiş kameradan yarış görüntülerini izlerken “Ben de yaparım” diyenlere de rastladım. Yani tipik “Bir çıksam piste, tozunu attırırız şerefsizim!” sendromu.
Ben de bir dönem otomobil üreticilerinin test pilotları için öyle diyordum işte. “Her gün test pistine fırlayıp son gaz gidiyorlar. Üstüne bir de para alıyorlar!” ruh haline kendimi kaptırdığım zamanlarım olmuştu. Nede olsa ehliyet almadan yıllar önce, otomobil kullanma deneyimini ters çevrilmiş terlikler (gaz, fren ve debriyaj pedalı simülatörü), tuvalet fırçası (vites kolu tabii ki) ve leğen (direksiyonumuz) ile edinmiş neslin çocuklarından biriydim. Benim için çocuk oyuncağıydı yani... Ama gerçek deneyim öyle değilmiş. Bunu da anladım!
“Görevlisiz çıkılmaz”
Geçtiğimiz günlerde İngiltere’de bir test pistine çıkma ve gazlama fırsatı buldum da “başım göğe erdi” sonunda! Aslında
İki farklı kıta, iki farklı dünya aslında. Zevkleri, renkleri ve otomobilleriylede... Bu yazı, o ikiayrı dünyada doğmuş ve 60’ıncıyaşlarını kutlamakta olan otomobillerin öyküsüdür...
Bu hafta doğum tarihleri aynı ancak kendileri “farklı” iki otomobilin karşılaştırmasını yapmak niyetim. Onlar, her halleriyle doğdukları dünyanın özelliklerini taşıyan ama aslında “farklı dünyaların” otomobilleri olan modeller. Yüzyılın Otomobili seçilen Citroen DS ve Amerikan tarihinin en havalı otomobilleri arasında sayılan “ateş kuşu” Ford Thunderbird’den bahsediyorum.
Fransız üretici Citroen, adını önden çekiş sisteminden alan Traction Avant’ın yerini alacak bir model için çalışıyordu. Yaklaşık 18 yıldır! II. Dünya Savaşı sonrası hâlâ toparlanamayan Fransa,
5 Ekim 1955’te Paris Fuarı’nda tanıtılan DS 19 ile moral bulmuştu adeta.
Aracın sergilendiği “ilk 15 dakikada”
743 adet sipariş alındı. Günün sonunda ise siparişlerin toplamı 12 bin adetti.
Bazen içime kocaman bir kaya oturur, bazen de kaptırırım kendimi, karşımdaki öylece kalıverir farkına bile varamam... Ve tüm bunlara karşılık, aslında hiç de tavsiye etmediğim bir otomobil satın alınır, ona yanarım!
Otomotiv yazarı olmak, uzaktan bakıldığında hepinize çekici geliyordur, eminim. Bakınız, “otomobil” demedim, “otomotiv” dedim. Çünkü günlük gazetede yapmış olduğum işin tam da kapsamı bu... Yani gerekirse kamyon da yazarım, motorunuzun saat gibi çalışmasını sağlayan pistonu üreten şirketi de... Elbette, bu işin bir başka “doğal sorumluluğu” da özellikle “ilk otomobilini” alacak kişilerin, “Abi, hangi modeli tavsiye edersin?” sorularına dil döndüğünce cevap verebilmektir. Yine bakınız, “vermektir” demedim...
Beynimi değiştirmeliyim
Siz, otomotiv yazarlığını “otomobil aşkı” gazıyla yapmış birine “Abi, hangi model?” derseniz, elbette o size doğrudan “Aha bu!” demez, çünkü diyemez! Söz konusu kişi (ki bu maalesef benim), birden “sanki kendisine alacakmış” havalarına girer, modelleri gözünün önünden şöylece bir geçirir ve... Olmadı, ağzımdan “tek” cevap çıkmadı işte!
Neden mi? Önce karşısındakine “Sürücülüğünün derecesi nedir?” sorusunu yöneltir. Bu soru, kimi
Kimine göre eşsiz çizgilere sahip birer sanat şaheseri, kimilerine göreyse sıradan, eski ve sadece “gelin arabası”... Ya da fotoğraf karelerinden öteye gitmeyecek sıradan birer otomobil. Bana göreyse “klasik”ler bunlardan da öte...
Otoyola çıkalı çok uzun bir süre olmamıştı. Sıradan bir yolculuktu evden işyerine doğru yapılan... Hatta bıraksam, otomobil yolu kendisi bile bulabilir... Nasılsa yıllardır aynı güzergah, aynı virajlar, aynı tıkanıklık vs.
Aynadan yolun arkamda kalan kısmına göz atarken onu fark ettim birden. Tanıdık, hem de çok tanıdık bir yüzdü. Çocukluğumdan beri tanıdığım ama uzun süredir neredeyse varlığından bile haberdar olmadığım, yaşamından ümidimi kesmek üzere olduğum bir dost gibi... Bilerek ayağımı gazdan çektim ve en sağ şeride geçtim. Yanımdan süzülüp gitsin diye...
Anıların peşine düştüm
“Çivit mavisi” 1973 model bir Renault 12’ydi. Otoyolda uzunca bir süre arkasından gittim. Bir hayli orijinaldi. Stop lambaları ve farları değiştirilmemişti. Neredeyse kusursuz ve fabrikadan çıkalı fazla olmamış gibiydi... Sahibi, saatte 80-90 kilometrenin üzerine çıkmıyordu. Ama önemli değildi benim için. Ben geçmişin güzel anılarına dönmüştüm bile...
Paris Otomobil Fuarı’nı dolaşıp otomobillerin görüntüsüyle karnımızı doyurduk. Ama öylesine gezip gelmedik. Arada gözlem de yaptık, saptamalarda da bulunduk...
Venturi’nin yeni modeli America fuarda tanıtıldı.
Geçtiğimiz hafta Paris Otomobil Fuarı’na gideceğimin “sinyallerini” vermiştim diye hatırlıyorum. Vermediysem bile, gazetedeki haberleri takip edenler görmüştür diye düşünüyorum.
Eh, gittik geldik hayırlısıyla. Otomobilleri, yenilikleri gördük, karnımızı doyurduk, bir de üstüne haberlerimizi yaptık çok şükür. Efendime söyleyeyim, oradaki bazı hanım kardeşlerimizden araçlarla ilgili detaylı bilgilere ulaştık. Bildiklerimizin de teyidini aldık, bir anlamda “bilgi tekrarı” yaptık ki daha iyi “belleyelim” diye!
Üreticiler Fransız kalmadı
Paris’te gerçekten de küçük “Arnavut kaldırımı” yollar pek revaçta. Ülkenin otomobil konusundaki geçmişi, halkının otomobillerle haşır neşirliği pek eskiye dayandığından, abartmış olmayayım ama neredeyse “taşı toprağı otomobil” kaynayan bir memleket. Ancak duyduk ki, Paris’in “Şanzelize”si başta olmak üzere kentin ana bölgelerine birkaç yıl içinde otomobil sokmama kararı alınmış. Sadece elektrikli otomobiller hariç olacakmış.
Şu önümüzdeki 10 yılın ötesini görür müyüm bilmem ama görenler, otomotivdeki değişimlerden “beyni dönmüş” bir hale gelecek. Çünkü tahminler, 10 yılda geçmiş 50 yıllık dönemden daha hızlı bir dönüşüm olacağını söylüyor...
Gelecek 10 yıl içinde, hâlâ şu “sevgili” dünyada ikametim sürüyor olur mu bilemiyorum. Yani, benim açımdan hava hoş, öyle paldır küldür “taşınayım” diye bir derdim yok. Sadece “Belli mi olur!” modundayım. Ancak ola ki bu yazıyı okuyanlarla birlikte bu civarlarda olmaya devam edersek, özellikle otomotiv açısından değişim “baş döndürücü” değil, “beyin döndürücü” bir hızla gerçekleşecek, şimdiden haberiniz olsun!
1960’lı yıllarda bilhassa Amerikalılar, fuarlarda jet motorlu, yolcu bölümü üzerine “fanus” giydirilmiş, kimisi üç tekerlekli, kimisi de “tekerlekleri yerden kesilmiş” ve adının başına da “fütüristik” sıfatı eklenmiş konsept otomobiller sergilerdi. Onlara göre biz, şimdilerde “Jetgiller” gibi uzay modüllerinde yaşıyor, uçan otomobiller kullanıyorduk. Üzerinden 50 yıl geçti ve ne oldu? Uçan otomobil prototipleri hâlâ üretime geçemedi ve biz hâlâ dünyada yaşayıp “lastikleri yere değen” otomobiller kullanmaya devam ediyoruz. Anlayacağınız o muhteşem