Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Modern toplumdaki canavarlar, antik metinlerde bahsedilen canavarlardan daha vicdansız. Geçen hafta dördüyle savaştım. Sizin de başınıza gelebilir

Leviathan, Eski Ahit’te bahsedilen deniz canavarı. Modern dünyadaki anlamı daha çok Thomas Hobbes’un 1651’de yayımlanan aynı isimli kitabı

Canavarlarla savaşmak

ve kapsamıyla ilgili. Her şeye karışan, her alanda söz sahibi olan bir otoriter devlet (kollarıyla toplumun her alanını “kucaklayan” Leviathan) olmazsa halimiz nice olur diye düşünmüş Hobbes. Bunu İngiliz iç savaşı sırasında düşünmüş. İstikrar özlemi o dönem için anlaşılabilir.
Bugün de kaos çıkmasın diye “canavarlara” boyun
eğmiş yaşıyoruz. Onları olağanlaştırıyoruz. Ancak canavarlar yeri gelince canavar olduklarını hatırlatmasını biliyor. “Canavar” sadece otoriter devlet değil bugün. Ya da şiddet sadece topla tüfekle, gazla yapılan değil. Geçen
hafta dört canavarla savaştım, hepsinde yerle bir edildim. Sade vatandaş olarak canavarların iki dudağının arasındayız.
Canavar 1: İDO. İzmir’den Manisa yoluna girince sağda bir benzinci var. İDO bayii. Bilet aldık. Saat 14.30. 19.30’a yetişirsiniz dediler. Bileti kestirdik, paramızı ödedik, feribota yetiştik. Feribotun kapısında durdurulduk: “Biletiniz 16.00 feribotuna kesilmiş, yenisini alın.”
Ne deseniz fayda etmiyor.
E bayiniz bayiliğini yapmamış, bana yanlış bilet satmış. “Bakmadığınız için sorumluluk sizde.” Bayinin yanlış bilet kesme sorumluluğu yok.
Yeni bilet aldık. Sonra itiraz ettik. Yanıt: Bakacaktınız bilete. Paranızı iade etmiyoruz.

Müşteri değil, şirket memnuniyeti var
Canavar 2: Teledünya. Faturalarım otomatik ödemede. Ama önceki nakilden iki fatura çıktı ödenmeyen. Faize binmiş. “Bana fatura, mesaj, e-posta, uyarı gelmedi” diyorum. “Zaten otomatik ödemede hepsi ödenmiş” diyorum. Borç eski abonelikten diyorlar. “E nakilde söyleseniz öderdim” diyorum. “Takip edecektiniz” diyorlar. “Bana her dakika e-posta, SMS atıyor reklam yapıyorsunuz, bunu da bildirebilirdiniz” diyorum. “Takip edecektiniz” diyorlar. “İtiraz etmek istiyorum, ne yapmam lazım?” diye sordum. Bakın burası çok güzel. Başvurular her yerden ama itirazlar sadece faksla.
Faks yazıp yolluyorsunuz.
Faks bul ki şikayet edesin.
Canavar 3: IKEA. Satın aldım. Sıra bekledim, nakliyeye verdim. Nakliye ayrı, montaj ayrı. Hepsini ödedim. Gelen mal çatlak çıktı. “Aaa çatlak yalnız bu” (gelen görevlinin yorumu). Ben mi çatlattım?
Diyalog aynen şöyle: “Malı geri alırız ancak bunun için önce gün almanız lazım.”
“Ne zaman?” “Haftaya.” “Ama işimiz aksıyor.” “Maalesef beyefendi.” “Ben götürsem yenisini getirsem montaja ne zaman gelirsiniz?” “Bir hafta, 10 gün.” “Ama burada bizim kusurumuz yok ki, paramızı ödemişiz, kusur sizin.” “Bir şey yapamayız.” Bir şey yapmadılar. Satın aldığım, kurulum ve nakliye parasını peşin ödediğim mal için yalvardığımla kaldım.
Canavar 4: Turyol. Feribot bileti satın aldık. Vazgeçtik. Hareketten altı saat öncesine kadar iade ücretsiz. Biz bileti iade ettik, onlar parayı iade etmedi. Arıyorum soruyorum. Beyefendi bakalım, beyefendi haber verelim... Bir ay oldu. Canavar bizim parayı yedi.
Müşteri memnuniyeti yok, şirket memnuniyeti var. Yazılı kurallar yalan. Hep şirketler öncelikli. Mağduriyet normalleşmiş. Kimse
bu durumu garipsemiyor.
Şiddet böyle meşrulaşıyor.

Sokakta müzik ve iki keşif

Madrid Belediyesi bir karar aldı. Sokak müzisyenleri sınava tabi tutulacak. Kendilerine lisans verilenler çalışabilecek, diğerleri sokakları terk etmek zorunda. Tatsız... Bizde de benzeri yapılmak istendi ama tepkilerden ötürü vazgeçildi. Nedenini anlayabiliyorum.
Madrid’e geçen yıl gittim. Durum şuydu: Bir parkta iki dakika konuşamıyorsunuz, kitap okuyamıyorsunuz, kafanızı dinleyemiyorsunuz. Biri yanınıza gelip trompet, saksofon ya da keman çalmaya başlıyor. Sonra da para istiyor. Tamam güzel. Verdiniz. Üç dakika sonra bir başkası. Verdiniz, Üç dakika sonra bir başkası daha. Psikolojik baskı altında park keyfi... Belçika’ya gittim. Aynı. İtalya. Aynı.
Peki ya İstanbul farklı mı? Mesela Asmalımescit’te iki laf etmek mümkün değil. Darbuka, klarnet, keman başınıza dikiliyor. İstemiyoruz dedikçe daha fazla çalıyorlar. Sonra para istiyorlar.
Sokakta müzik büyük şehirlerin sokaklarında artık taciz ve dilencilik anlamına gelir oldu. Bunun haysiyetini ve raconunu bilen
baba müzisyenler kalmadı.
Siya Siyabend gibi yeni nesil harbi ekipler yok mu diye merak ederken iki ekip keşfettim.
Biri Uninvited Jazz Band.
New Orleans, swing, jazz çalıyorlar. Banço, gitar, trompet, bass. Beyoğlu’nda şöyle bir yürüyün karşınıza çıkabilir.
Diğer ekip iki kişi. Uğur ve Rüya. Gitar çalıp şarkı söylüyorlar. Onlar da New Orleans havalarında. Kadıköy’de dolanırken rastlayabilirsiniz kendilerine.

Haberin Devamı

PAZAR ALBÜMÜ

“6 Feet Beneath the Moon” / King Krule

2013’te dinlediğim en acayip albüm. Karşımızda 19 yaşında biri var. Bir de boynuna asılı gitar. 2011’de yayımladığı EP’yi saymazsak bu ilk albümü. Punk, caz, garaj rock, hip hop, funk’tan esinlendiği anlaşılıyor. Garip. Hiçbir şeye benzemiyor ama her şeye benziyor. Acid jazz yıllarından punk’a her şarkı değişik telden. King Krule yani Archy Marshall İngiltere’nin dünya müziği üzerindeki etkisinin kanıtı gibi. İleride ne olur bilemem ama karşımızda kafası çok değişik çalışan bir dâhi çocuk var. 1994 doğumlu Marshall’ın müziğindeki bilgelik pek görmeye alışık olmadığımız türden. Yağmur altında ıslanıp ağlayarak şarkı söyleyenlerin memleketinde normal ama o kadar şaşkınlık.

Haberin Devamı

Jamie Oliver’ın fakir edebiyatı!

Meşhur şef Jamie Oliver’ın yeni ilgi alanı fakirlere düşük bütçeyle sağlıklı yemek yapmayı öğretmek. “Fakirler sağlıksız hazır cipsleri yiyor. Halbuki daha iyi beslenebilirler aynı paraya” diyor. 13 milyon fakir bulunan İngiltere’de bu sözlere itiraz var. Fakirlerin psikolojisini bilmeyenler onların beslenme alışkanlıklarını da anlayamaz deniyor. “Oliver insanları
cips yiyecekleri yerde aynı bütçeyle daha sağlıklı yemek hazırlamamakla ve tembel olmakla suçluyor, ancak kendisi fakirliğin ne olduğunu bilmez, fakirin psikolojisini anlamaz” deniyor.
Oliver’ın niyeti iyi belki ama hali vakti yerinde, neşeli genç yetişkin tavırlarıyla fakirlik hakkında ileri geri konuşması
belli ki fakirlerin sinirine dokunmuş.
Düşündüm. Bizde de her gün fakir fukaradan bahsedenler maaşallah aslında
en zenginler. Peki bizde neden itiraz yok?