Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Bilgisayar istemiyoruz tipi kafelerde telefona bakabiliyor muyuz? Yoksa kâğıt mı arzulanıyor? Bir saat süreyle bilgisayarda çalışmak yerine kitap ya da gazete okumaya izin var mı? Bunu alışkanlık haline getirirsek “burada gazete ve kitap okumak yasak” tabelası da gelebilir mi?

Kafamda böyle sorularla bilgisayarımı kapatıp gizlice çantama koydum ve önümdeki kahveyle bakışmaya başladık. Buraya çalışmaya gelmiştim ama şu anda bunun için suçluluk hissediyorum. Banka soymaya gelmiş, “banka soymak yasak” tabelasını görünce silahını gizlice cebine sokan soyguncu gibi şu an niyetimi belli etmemeye, bir gören varsa da unutturmaya çalışıyorum. Bilgisayar yasak madem duvara mı bakayım? Tanımadığım insanlarla mı sosyalleşeyim?

Haberin Devamı

“Merhaba ben çalışmaya gelmiştim ama yasak olduğundan şu anda işim olduğu halde bilgisayarımı açıp bakamayan ve önümdeki kahveyi kös kös içmeye mecbur, bu süre içinde de muhtemelen boş boş telefona bakacak birisiyim. Çünkü bunu yapmama izin var. Siz nasılsınız? Bilgisayarla çalışmanın istenmediği kafelerde bize ne öneriliyor? Sosyalleşme mi öneriliyor? Ya da kekini ve kahveni zıkkımlan ve bir an önce çık git midir mesaj?

19. Yüzyıl’ın Paris, Viyana, Berlin, Roma kafelerinde “gazete okumak, dergi okumak, şiir, roman ya da makale yazmak yasaktır” tabelası olsaydı ne şiir, ne roman, ne hikâyecilik, ne de gazete makaleleri olurdu. Buralara takılan, buralarda buluşan, buraları ikinci adres edinen şairler, ressamlar, romancılar, hikâyeciler, gazeteciler, düşünürler, dünyanın dört bir yanından gelmiş muhalifler, öğrenciler, siyaset insanları muhabbet edip konuşmasaydı da hemen kahvelerini içip mekâna ayıp olmasın diye kalkıp gitselerdi bir sürü güzel şey ortaya çıkmayacaktı. Türk kahvehanelerine kıraathane diye boşuna denmemiştir. Okuma yeri. Oturup kahveni söyleyip uzun uzun gazeteni okursun (yani bugünün laptopu). Aman kalkayım da ayıp olmasın diye kahveye gidilmez.

Kafeler insanlığın sosyalleşmesinin tarihidir. Kafelerde yenir, içilir, ama aynı zamanda çalışılır, yazı yazılır, uzun uzun oturulur konuşulur, gerekirse boş boş gelen geçene bakılır, hayaller kurulur, hayaller yıkılır. Bugüne gelince, bugün bilgisayarlar, telefonlar, tabletler var. İnsanlar bunların başında çalışır, vakit geçirir, gerekirse de konuşur muhabbet ederler. Çağın ruhu bu. Gerçek bu. Bunları kafede yasaklayınca ne oluyor? İnsanlar kafenize gelmek için o sabah bilgisayarlarını evde mi bırakıyorlar? Hayır, bilgisayarlarıyla ya da bilgisayarsız diledikleri kadar oturabilecekleri başka mekânlara gidiyorlar. Masalarınız gene boş kalıyor.

Haberin Devamı

Ama elbette bir restorana, yemek veren bir lokantaya gidip öğle yemeği saatinde dört kişilik masaya çöküp bilgisayarını açıp, çay içerek oturamazsın. Bunu yapanlar benim konumun dışında.

“Ekrana bakmayın birbirinize bakın, konuşun, muhabbet edin”cilik, nerede yapılırsa yapılsın boş bir hayal ve can sıkıcı, sinir bozucu bir didaktik dayatma olmak dışında ekonomik olarak da bir anlam ifade etmiyor. İşetmeye bir faydası olduğunu sanmam. Ne Londra’da ne İstanbul’da ne de dünyanın başka bir yerinde.

Haberin Devamı

Ama kafeler nasıl para kazanacak o zaman diye soruluyor. Cevap veriyorum: Müşterileri mutlu ederek.

Siyaseten doğruculuk

Twitter’daki hesabımı 2009’da açmışım. Geçen gün gelen mesajdan öğrendim. Hatırlamaya çalıştım. 2009’da sosyal medyada aşırı eğleniyorduk. İnsanların kendi mikro blogu gibiydi Twitter hesapları.

Gündeme dair çok önemsediğimiz değerli görüşlerimizi paylaşmak yerine daha kişisel paylaşımlarda bulunuyorduk. Zamanla pek çok sebepten Twitter bir tür siyaseten doğruculuk şovuna dönüştü. Herkes her zaman, her konuda ve olayda doğru tarafta olma takıntısına girdi.

Yangında da böyle, milli maçta da. Konunun Kovid ya da başkanlık sistemi olması, hayvan sevgisi, cinsellik ya da kurban bayramı olması birşeyi değiştirmiyor. İnsanlar hemen bir doğru bir de yanlış taraf yaratıp derhal yerlerini alıyorlar. Bir şarkıyı, filmi, diziyi dahi siyaseten doğruculuk kalıpları dışında değerlendiremiyoruz. Basitçe beğenmek ya da beğenmemek yerine “bu filmin şu sahnesinde şu denmiş, aktör (şarkıcı) geçen yıl şöyle yapmış, o zaman beğenmeyelim ya da bu sebepten beğenelime dönüyor iş. Siyaseten doğruculuk kontrolden çıkmış bir şekilde hayatı tatsızlaştırdı, renksiz, ruhsuz bir yer haline getirdi. Ve açıkçası kimseyi daha mutlu ve memnun etmedi, dünyayı daha yaşanılır, güzel bir yer haline getirmedi. Her an, her konuda doğru yerde olma endişesi çağımız mutsuzluğunun küçümsenemeyecek bir nedeni.