Geçenlerde medya ve iletişim sektöründe önemli bir şirkette çalışan ve adını vermek istemeyen üst düzey bir beyaz yakalı dostumla yemekteyiz .
(Ne o, siyasi yazılarda hep rastladığınız “adını vermek istemeyen üst düzey parti yetkilisi”ne inanıyorsunuz da bu mu garip geldi?)
Dostum şaşkınlığını ifade ediyor. “Y kuşağını anlamıyorum. Bizim X kuşağından o kadar farklılar ki. Onlarla çalışmak için bazen bütün bildiklerini unutup her şeyi yeniden öğrenmek zorunda kalıyorsun.”
Mesela Y kuşağı işyerlerine belli zamanlarda ailelerinin de gelmesinin iyi olacağını düşünüyormuş.
“Haftada bir gün evden çalışalım”. Anlayabiliyorum. “Ofise spor kıyafetle gelelim” onu da anlıyorum. Çalışanların çocuklarını haftada bir gün işyerine getirme hevesini bile anlıyorum. O da ok. Ama anne baba ofise gelsin? Bunu anlamakta güçlük çekiyorum .
Annemiz babamız haftada bir işyerimize gelsin, çalışma alanımızı görsün, yaptığımız işe tanık olsunlar. İş görüşmesine gelirken annesini ya da babasını getiren, onlar da bir baksın, değerlendirsin diyenleri anlattı arkadaşım. İş görüşmesine anneyle gitmek !
-
Y kuşağının ailesiyle ilişkisi benim anlayamaya-cağım boyutlarda. Benim kuşağıma göre yukarıda anlattıklarım, velinizin lise ya da üniversitede ha bire sınıfa girip size “Yavrum, sana zeytinyağlı yaptım, hadi bir tadına bak” şeklinde elinde çatalla peşinizde dolaşmasıyla eşdeğer. Hayır annemi seviyorum, yemeklerine de bayılıyorum ama konu bu değil ki.
Hele iş görüşmesinde yanımda annemin ya da babamın olduğunu hayal bile edemiyorum. Yani ailemizle pek çok şeyimizi elbette paylaşıyoruz ama bu kadarını benim anlamam mümkün değil.
-
Yapılan araştırmalar Y kuşağının ailesine çok bağlı olduğunu gösteriyormuş. Çoğu yetişkin oldukları ekonomik durumları elverişli olduğu halde aileleriyle yaşıyormuş. Biz, yani X kuşağı, aç kalmaya, kuru ekmeğe, bodrum katlarına razı olur, yeter ki kendi evimize çıkalım, kendi hayatımızı kuralım derdik.
Y kuşağı “Ne gerek var, evde sıcak yemek, yatacak yer, internet, ne istersen var, ayrıca önemli kararlarımı da annem babam alıyor nasılsa, ne yoracağım kafamı” diye düşünüyor anladığım kadarıyla.
Biz 18 yaşında bağımsızlık da bağımsızlık diye evden ayrıldık. Biz mi saftık, Y kuşağı mı saf?
Karmaşık hisler içindeyim.
İlk kez oy verecek iki buçuk milyon
Cumhurbaşkanlığı seçiminden bu yana son bir yılda bir milyon genç seçmen oldu. Son genel seçimlerden bu yana 7 Haziran’da ilk kez oy verecek iki buçuk milyon yeni seçmenle karşı karşıyayız. Öyle bir seçime gidiyoruz ki bir oy için bile inanılmaz bir mücadele var. Ama bu iki buçuk milyon genç neye, nasıl, neyi düşünerek oy verecek bunu tam olarak bilen yok. Bu sayı bir partinin mevcut oylarına eklendiğinde o partiyi tek başına iktidar getirebilir, barajı atlatabilir veya iktidara ortak edebilir.
Ve görülen o ki bu genç kesime sadece AKP ulaşmaya çalışıyor. Çünkü AKP 18 yaşındaki her seçmenin evine onlara hitaben yazılmış Ahmet Davutoğlu imzalı bir mektup yolluyor. 18 yaşında size yazılmış bir mektup önemlidir. Diğer partilerimiz 18 yaşındaki seçmene ulaşmak, ona dokunmak için ne yapıyor, merak ediyorum.
İtiraf ediyorum
- Bizden Edward Snowden çıkmaz. Çıksa çıksa Fuat Avni çıkar. Garp usulü ile Şark usulü arasındaki fark.
- 7 Haziran’dan sonra en fazla yokluğunu hissedeceğimiz soru “HDP barajı geçiyor mu?” Kahvelerde, taksilerde, ziyafet masalarında, gariban sofralarında ne konuşulacak bundan sonra çok merak ediyorum.
- National Geographic kanalında “Sistemi Kandır” diye bir program yapmış Amerikalılar. Onlar programını yapar, biz gerçeğini yaşarız.