Efendim Cum-hurbaşkanlığı Çankaya yerleşkesi yeşillikler içindeymiş. 438 dönümlük bahçenin bir bölümü organik tarıma ayrılmış. Cumhurbaş-kanımızın talimatıyla ve eşinin bizzat yürüttüğü çalışmalar sonucunda elde edilen organik sebzeler köşkteki ikramlarda kullanılmış.
26 çeşit meyve ve 45 çeşit sebze buradaki organik tarım alanında yetiştirilmiş. Aromatik bitkilerin üretildiği ayrı bir bahçe mevcutmuş. Köşkte ağırlanan konuklar bu alanlarla yakından ilgilenmiş ve çok beğenmiş.
Bunlarla yetinilmemiş, Cumhurbaşkanlığı’nın İstanbul’daki Tarabya yerleşkesinde de 326 metrekarelik bir sera oluşturulmuş. Burada da organik sebze ve meyvelerle muhtelif çiçekler yetiştiriliyormuş. Her iki yerleşkede yer alan bahçeler yurtdışından getirilen fidelerle ve tohumlarla zenginleştirilmiş.
Köşk bahçesindeki asırlık 20 ladin, 5 çınar ve bir badem ağacına özel bakım uygulanmış. Boş alanlar çimlendirilmiş, oksijen seviyesi yükselmiş. Her iki yerleşkede, 79 anıt ağacın yer aldığı 52 bin 164 ağaç bulunmaktaymış. Bunların yanı sıra son 5 yılda bu alanlara muhtelif türlerden 24 bin 328 ağaç dikilmiş.
İyi güzel de, köşk yeşillikler içinde otururken bir yandan bahçesini geliştirirken, onay verdiği yasalar memleketi
betonlaştırmış. Dereleri kurutmuş, gölleri denize akıtmış, ormanları yerleşime açmış, sahillere tesis izni vermiş, yapılaşmanın önündeki bütün engelleri kaldırmış.
Bahçe, ağaç, orman, organik tarım ve oksijen iyi şeylerse bizi neden el birliğiyle betonlaştırdınız?
Kötü bir şeyse siz neden yeşile yatırım yaptınız?
Siz yeşil bir köşk inşa ederken, biz yeşil dedikçe gaz, tazyikli su ve plastik mermi geldi.
Ne yapalım cümleten Çankaya’nın bahçesine mi taşınalım?
‘Güneyde bir balıkçı kasabası’na alternatifler
‘Eskiden şehirden, siyasetten, işten güçten sıkılan ben artık burada yapamıyorum’ diyen için çözüm belliydi. “Abi Bodrum’a gidip kafe açalım”, “Güneyde bir balıkçı kasabasına yerleşelim”, “Avrupa’ya Amerika’ya gider garsonluk yaparım daha iyi” de bir seçenekti. Bir ara “Köyümüze geri denelim vardı” tutmadı.
Nice kafeler açılıp battı, nice parlak beyinler gurbet ellerde restoran mutfaklarında heba oldu. Nice kuşaklar balıkçı olacağım diye alkolik oldu, köyümüze geri dönelim diyenler de zaten yarı yoldan şehre döndü.
Şimdi alternatifler farklı. Çaresiz seçeneksiz kalan, sisteme ayak uyduramayan gençlik içine kapanıp güneye falan gitmiyor. Dağa çıkıyor, IŞİD’e katılıyor. Çareyi burada değil orada görüyor.
Gezi protestoları zamanında Selahattin Demirtaş, “İstanbul’da dağ olsa şimdiye kadar gençler çıkardı” demişti. Bu kadar çaresiz bırakırsanız çıkacak dağ buluyor işte insanlar.
İstanbul’da toplu ulaşım zengin işi
İBB’nin toplu ulaşıma yaptığı son zammın ardından vapur fiyatı 4 TL oldu. Otobüse tek biniş 4 TL. Sabah evden çıktın iki toplu taşımayla işine gidip dönmek en az 16 TL. Deniz otobüsü kullanıyorsan hele, bayağı halin vaktin yerinde olmalı, tek yön 7 TL. Herkes bu kadarla yetinmeyip gün içinde de bir yerden bir yere gidiyor. Anında iflas.
Hadi kart aldın diyelim. Metro, vapur ya da metrobüste tek geçiş minimum 2.15 TL ile 3.25 TL arasında değişiyor kullandığın taşıta göre. Hesaplayın, günde ne kadar harcıyorsunuz toplu ulaşıma. Bugün insanların evleriyle işleri arasındaki mesafe neredeyse Anadolu’daki iki şehir arasındaki mesafe kadar. Metrolarda sürekli şu kadar dakikada şuraya ulaşıldığı müjdeleniyor tamam güzel de, fiyatlardan kimse bahsetmiyor. İşe gidip gelen birinin sabit ulaşım harcaması ayda 600 TL’yi buluyor neredeyse. Asgari ücret 846 TL.
Toplu taşıma en ucuz taşıma olmalı ancak bizde toplu ulaşım yerine özel aracını kullanan birinin köprü geçiş ücreti dahil yaptığı masraf özelikle yakın ve orta mesafelerde bundan çok daha az. Bu toplu ulaşımda bir yanlışlık var.