Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Ne elitlikmiş, bütün dünyada tartış tartış bitmiyor. Tiyatroya, sinemaya gidene, kitap okuyana, yani normal insana “elit” denilen acayip bir dönemden geçiyoruz. Sapla saman birbirine karışmış durumda. Bu sözlerim sadece bizim memleket için değil. İngiltere’de de bir “elitlik” tartışması apar topar gündeme oturdu.

Son bir ayda iki başbakan değiştiren, Kraliçe’sini toprağa verip yeni Kral’a merhaba diyen İngiltere’de ortam kıpır kıpır. Muhafazakârların kendi aralarında parti lideri seçme girişimleri duvara toslarken İngiltere’nin en kısa süreli başbakanı Liz Truss yerini hızla Boris Johnson hükümeti Maliye Bakanı Rishi Sunak’a bıraktı. Sunak’ın, İngiltere’nin en başarısız başbakanı olan, 45 günde ülkesini mali krize sokan Liz Truss’ı dahi parti içi delege yarışında yenememiş olması bence asıl konuşulması gereken meseleydi ama tabii çağımız kimlikler üzerinden hikâye anlatma çağı. Kimse Sunak’ın ne yaptığıyla ya da yapamadığıyla ilgilenmedi. Varsa yoksa Hint kökenli olması, derisinin rengi, dini, şu, bu gündeme geldi. İlk Hintli başbakanmış, vesaire vesaire… Bu kimlikçilik, kabilecilik ne zaman bitecek acaba? İnsanlığın bunları aşması için kaç yüz yıl daha geçmesi gerekecek?

Haberin Devamı

Sunak, İngiltere’nin mevcut ekonomik krizinin mimarlarından biri ve seçilmemiş bir başbakan olarak seçilmemiş Kral’ından bile iki kat zengin bir kapitalist. İlk yapacağı işin krizi fakir fukaraya vergileri artırarak hafiflemek olduğunu haykırıyor ve insanlar bunları bir kenara bırakıp, derisinin rengini, anne babasının göçmenliğini konuşuyor. Dedim ya, çağımız bir kimlik hikâyeleri çağı.

Sunak, son derece ayrıcalıklı bir çevrede büyümüş, en iyi okullara gitmiş bir finansçı. Yatılı okuduğu Winchester College’ı bitirmiş. Oxford Üniversitesi’nde Lincoln College’da ekonomi okumuş. Stanford Üniversitesi’nde MBA yapmış. Meşhur finans kuruluşlarında çalışmış. Kimilerine göre (eski dönemlere ait bir kavram da olsa) aileden varlıklı bir yuppie’den fazlası değil. Yani elit diye bir şey varsa, işte size elit. Ancak tabii siyaset gerçek ya da yalan fark etmeden algı üretme becerisi demek. Gerek bir önceki başbakan Liz Truss, gerek elitizmin ikinci adı Rishi Sunak, kendilerini eleştirenleri bir avuç “Kuzey Londralı” diye tanımladı mesela.

Haberin Devamı

Kuzey Londra, İşçi Partisi lideri Keri Starmer’ın seçim bölgesi. Camden milletvekili olan Starmer, Sunak tarafından Kuzey Londra’dan dışarı adım atmamakla suçlandı.

Kuzey Londra lafı burada herkesin huylandığı bir ifade. Genellikle yazar, çizerlerin, profesörlerin, entelijansiyanın yaşadığı kabul edilen bir bölge. İşin bir de etnik boyutu var. Kuzey Batı Londra Yahudilerin ağırlıkta olduğu bir yer olduğundan, Yahudiler anında konuyu üstlerine alınıyor. Alın size bir başka kimlik siyaseti de buradan yürümekte. Acaba Yahudiler mi kastediliyor? Acaba kim kastediliyor?

İşin elbette evveliyatı var. Liz Truss pound’u bir günde yüzde 20 düşüren ekonomik politikasını eleştirenlere yanıt verirken, “Kuzey Londra’daki lüks evlerinden taksiye atlayıp geldikleri BBC stüdyolarına statükoya kafa tutan herkesi aşağılıyorlar” demişti. Yani muhafazakâr olan, yani statükoyu temsil eden bir lider, muhafazakâr olmayan liberal elitleri statükoyu savunmakla suçluyordu. Ayrıcalıklı olmanın sözlük anlamı Sunak da Camden gibi orta direk bir kültür semtinin milletvekili, İşçi Partisi liderini elit olmakla suçluyor. Kuzey Londra’dan muhafazakârlara hiç oy çıkmıyor, aslında bütün mesele bu kadar basit.

Haberin Devamı

“Fakir” elitler, mağdur zenginler, kimlikçilik, kabilecilik, statükoya kafa tutan statükocular… Tam bir çorba. Biz sıradan insanlar, dünyanın neresinde olursak olalım, faturayı ödeyen taraf oluyoruz. Gerçek bu.

Elektrikli arabayı şarj savaşları

Elektrikli arabaların kötü yanı menzil konusunda güvenilir olmamaları.

Yolda kalmak gayet olası bir durum. Ya da yolda kalmamak için rezil olmak.

Geçenlerde Londra’nın biraz dışında oturan arkadaşım trenle değil, elektrikli arabasıyla gelmek istedi buluşacağımız yere. Park yeri dert Londra’da, bunu o da biliyor ama “Yakınlardaki AVM’ye park ederim, hem de elektrikli şarjda depoyu doldururum” diye düşünmüş.

İki hata üst üste. Birincisi, elektrikli arabanın menziline güvenmek. İkincisi, AVM’ye güvenmek. Aracın markasını söylemeyeceğim ama menzili 200 mil kadar. Gidilecek yol 22 mil. Depo ful çıkılıyor, AVM’ye neredeyse boş depoyla varılıyor. Neyse diyor bizim eleman, şarj ederim. Dön dolaş şarj yok. Bir tane var, onda da kardeş kardeşi vurma noktasına gelinmiş. Saatlerce bekliyorlar. Çoluk çocuğu trene koyup gönderiyor. Kendi şarj kuyruğunda bekliyor ve güç bela işini halledip eve gene ucu ucuna dönmeyi başarıyor gece vakti.

Elektrikli araçları tavsiye eden hatta mecburi kılan yönetimler yeteri kadar elektrik şarj istasyonu kurmayınca, araçların fabrika ayarlarıyla gerçek hayat birbirini tutmayınca işte olan biten bu. Bir de tabii elektrikli modelini lüks koltuk, dev ekran falan diye tanıtan markalar var. “Gerçek hayatta kaç kilometre gidiyor?” Yanıtlanması gereken soru bu. Çevreyi kurtarmak o kadar kolay değil hâlâ.