Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

“Göbeğini kaşıyan adamlar geldi, eskiden Taksim ne güzeldi” falan demeye çalışmıyorum. Oradan vurmaya hazırlananlar sopaları bir indirsin. Derdim başka...

Taksim’i çoktan kaybettik

Yeni Taksim Meydanı’nda araç ve ağaç yok beton var. Saatlerce betonda bir aşağı bir
yukarı yürüyüp etraftaki sevimsizliğin tadını çıkarabilirsiniz. Öneri: Adı da Ak Meydan olsun.

Taksim’i çoktan kaybettik. Çünkü Taksim kaybedilen ve kazanılan bir yer. Tarihte de böyle olmuş. Bazen nezih eğlencenin merkezi olmuş, bazen rezilliğin ve sefaletin. Bazen
pavyonlar, batakhaneler ele geçirmiş, bazen 30 TL’ye kaşarlı tost satan “seviyeli” kafeler, bazen rock’çıların ve bu kültürün mekanı olmuş, bazen kapitalist zincirlerin istilasına uğramış, çevresiyle birlikte dev bir alışveriş merkezi haline gelmiş.
Taksim hep değişiyor, hep farklılaşıyor ve hafızasını her seferinde başa sarıyor. Her 10 yılda bir önceki 10 yılda yaşananlar çöpe gidiyor, unutuluyor, izler siliniyor, kaldırımların kırılıp habire yeniden yapılması gibi Taksim de hep baştan aşağı “yenileniyor”.
Taksim meydanına ne yapılacağı konuşuluyor. Siyasetçiler oradaki dev parayı ve rantı gördükleri için rahat duramıyorlar. Muhakkak bir şeyler yapmak, bir dokunmak, ucundan bir yerini değiştirmek, her şeyden de önemlisi yıkıp baştan yapmak istiyorlar. Bizim kültürümüzde tamir etmek, onarmak vardır aslında. O şeyden umut kolay kesilmez; o şey neyse tamir edilir ve kullanılır. Sökük dikilir, yırtık yamanır, radyo kurcalanır tamir edilir. Ama yeni Türk kültürü her şeyi çöpe atıp yenisini yapmaya meraklı. Bunu adı Türk usulü modernlik.

Türk tipi modernlik: “Yık, yenisini yap”
Şimdi “Taksim elden gidiyor” diye telaşlanıyoruz ya (yani ben telaşlanıyorum), biz Taksim’i aslında 10 yıl önce kaybettik. Taksim önce Galatasaray’a taşındı. Ardından da Asmalımescit’e. Şimdi Şişhane’ye ve Karaköy’e iniyor. Yaşarsak karşıya geçtiğini ya da Haliç kıyısından Kasımpaşa’ya Sütlüce’ye doğru ilerlediğini de görürüz belki.
Ama onun yerine yeni bir Taksim geldi ve geliyor. Ve bu değişimi kontrol etmek hiç kolay değil. Ve açıkçası o “arkadan gelen Taksim” pek de iç açıcı görünmüyor.
Her tarafı kazılmış, sağından solundan otoban gibi yollar geçen, yeşil alanın olmadığı, her santiminin Türk usulü bir modernlik ölçüsü olarak beton olacağı bir Taksim. Barok, rokoko, neogotik tarzı önyüzleri duran ama içi plaza olmuş dev gökdelenlerin olduğu bir Taksim. Meydanında yayalar yürüsün diye trafikten arındırılan ama oraya insanların yol bulup da gelemeyeceği paketlenmiş, çevrelenmiş, etrafında çit çekilmiş bir Taksim. Yaşayan değil, ölü bir Taksim.
Eskilerde en ufak bir iz ve anı kalmaması için özenle darmadağın, dümdüz edilen ve yeniden cillop gibi betondan inşa edilecek bir Taksim.
“Taksim’e gidiyorum” diyemeyeceğiniz, çünkü aslında Taksim’de artık Taksim’i göremeyeceğiniz, Hıncal Uluç gibi bit kadar sinema salonlarında patlamış mısır yiyerek film izleyeceğiniz, ardından bir-iki fast food’cuda tıkınıp mutlu mutlu evinize döneceğiniz bir Taksim. Tabii arada gömlek, tişört pantolon falan da alırsanız iyi olur.
Kaybettik dedim ya. Biz dediğim, bizim kuşak. 70’ler ve 80’lerde doğanlar... Biz orayı bir alternatif kültür dünyası olarak gördük. Orayı öyle dönüştürdük. Bilinçli değil. Biz o dönem belli sebeplerden oradaydık. Hepsi bu. Şimdi geriye bakıp onu korumak istiyoruz ama öyle bir Taksim artık zaten yok. Taksim kaçtı gitti ve emin olun bu siyasetçi/müteahhit el ele “Yenisini yaparız, daha hesaplı olur” ekibi Taksim’in peşini bırakmayacak. Beton arabası ve kazma küreklerle dalacaklar nerde bulurlarsa.
Taksim meydanında ya da Beyoğlu’nda olan biten budur.
Dokunmayın, imar etmeyin kardeşim, böyle dağınık kalsın, kendi kendine değişsin diyeceğim ama eşyanın tabiatına ters. “E yıkmayacaksak, yenisini yapmayacaksak, para kazanmayacaksak niye seçildik
o zaman?” der adam. Haklı.

Haberin Devamı

Yeni bir festival!

Haberin Devamı

Organizatörler yaz hazırlıklarını şimdiden başlattı. Yılın bu zamanlarında harıl harıl gruplar ayarlanıyor, yazışmalar yoğunlaşıyor, mekanlar hazırlanıyor, etkinlikler planlanıyor. Bunlar yapıladursun, ben size yeni bir festivalin haberini vereyim. Pozitif tarafından düzenlenecek bu festival muhtemelen haziranda Solar Beach’te yapılacak. Kimlerin geleceği belli değil ama aldığım duyumlara göre indie ve elektronik sevenleri memnun edecek bir sanatçı kadrosu üzerinde çalışılıyor. Üç sahne olacak ve bu sahnelerde hem canlı hem de DJ performansları yer alacak. Dans ağırlıklı olacağını ama 90’lardaki ‘rave’ tadındaki etkinlikler gibi olmayacağını da belirteyim.
Zamanında aynı yerde Radar Live yapılmış ve çok da güzel olmuştu. Ben bu festivalde de potansiyel görüdm. Vatana millete ve indie alemine hayırlı olsun...

Haberin Devamı

Taksim’i çoktan kaybettik

Üç hırka!

Hayat sürprizlerle dolu, insana hırka listesi bile yaptırıyor. O halde buyrun karşılaştırmalı hırka günlerine...
* Nuri Bilge Ceylan’ın SİYAD ödül töreninde giydiği hırka.
* Çelik’in “Ateşteyim”in klibinde giydiği hırka.
* Kurt Cobain’in MTV Unplugged konserinde giydiği hırka.
* Nuri Bilge’nin hırkası ev hali.
* Çelik’in hırkası sahne hali.
* Kurt Cobain’in hırkası depresyon hali.
* Nuri Bilge özensizlikten giymiş o hırkayı.
* Çelik özene bezene giymiş, “Tarz yaratırım ben bununla” diye.
* Kurt Cobain evde eline ilk gelen şeyi alıp çıkmış.
* Nuri Bilge’nin hırkasını sıradan insanlar giyebilir icabında. Her yerde bulunabilen bir hırka.
* Çelik’in hırkasının eşi benzeri henüz görülmedi. Onu giyebilecek bir insan da daha çıkmadı.
* Kurt Cobain’in hırkası da her yerde bulunabilen bir hırka ama onu “taşımak” önemli. Kurt gibi taşıyanı yok bugüne kadar.
* Nuri Bilge’nin hırkası “Ödül törenine nasıl gelinir” tartışmasını yeniden alevlendirdi.
* Çelik’in hırkası tartışma falan alevlendirmedi çünkü bu hırkanın durumunda tartışacak bir şey yok. Hatta Türk milleti kenetlendi adeta bu hırka karşısında.
* Kurt Cobain’in hırkası da tartışma yaratmadı. Kendisi hırkayla konsere çıktığında birtakım köşe yazarları günlerce “Git kravat tak ayıptır, saygıdır” diye yazmadı.
* Nuri Bilge’nin hırkası hafif yıpranmış, deforme olmuş, tipi kaymış. Sahibinin şeklini almış hırka (bkz. hırka sahibine benzer).
* Çelik’in hırkasında eğilip bükülme yok, Çelik hırkanın şeklini almış adeta ele geçirilmiş (bkz. içine hırka girmek).
* Kurt Cobain’in hırkasında bir “ele geçirme” yok. Cuk oturmuş, kendisine yakışmış (bkz. hırka sana yakışıyor).

CUMARTESİ ALBÜMÜ

“A Different Kind of Fix” Bombay Bicycle Club
Geçen yaz yayımlanan albümün en sevdiğim yanı, şarkıların sıralaması. Bu şarkı şimdi olmadı diye atlaya atlaya gitmek zorunda kalmıyorsunuz, kendi kendine akıyor. İngiliz ekibin üçüncü ve bence en iyi albümü. İnsanı yormadan farklı modlara sokmayı başarıyor. “Lights Out, Words Gone”, “What You Want”, “Leave It” benim sevdiğim şarkılar. Bir de ilk single olan “Shuffle” var. Cumartesi iyi gider.

HAFTANIN ŞARKISI

Arctic Monkeys

Richard Hawley ve Arctic Monkeys’in birlikte söylediği “You and I”ı haftanın şarkısı ilan ediyorum. Gitarı davulu esirgemeyen kütür kütür bir rock şarkısı. Richard Hawley’nin grupla uyumu şahane. “You and I” grubun geçen hafta yayımladığı ‘Black Treacle’ single’ında yer alıyor ve videosu internette kısa zamanda fenomen oldu.
Klipte elemanlar motorlar ve şahane üstü açık klasik bir Jaguar’la şahane manzaralı bir yolda takılıyor...
İzlerseniz aklınızda olsun o yol: Manchester ile Sheffield arasındaki Snake Pass denen yermiş (yılan geçidi diye çevirebiliriz). İngiltere’ye gidenler için alın size alternatif program. Bir araba ya da motor kiralayın, müziğin sesini açın ve o yola bir dalın.