Festivallere sadece bilet almak geçen yüzyılda kalan bir alışkanlık. Bilmemne circle, VIP, özel lounge, sahne önü, onun da en önü falan derken artık değişik festivallerde havuzlu, kahvaltılı, duşlu, açık büfeli seçenekler mevcut
Geçen hafta sonu İstanbul Maçka Küçükçiftlik Park’taki %100 Fest’in headliner’larından Kaiser Chiefs solisti ilk şarkıyla sahneye adımını attı. Şöyle bir baktı ve muhtemelen içinden “Bu ne biçim seyirci düzeni” diyerek kendini arka sıralara doğru attı. Arka sıralara selam çakarak başladı konserine.
Peki neden rahatsız olmuştu? Muhtemelen daha pahalı bilet satın alarak en öne giren ancak beklenen coşkudan yoksun seyirciyeydi bu itiraz. Biraz da belki konser alanının bu sınıflandırmayı kaldırmamasıydı sorun. Her sanatçı sahne önünde
boş boş bakan üç-beş insana söylemektense kalabalığa yakın olmak ister.
Bugün konserler, festivaller müzik sektörünün tek gelir kaynağı ve masraflar eskisi gibi kuru kuruya bilet satmakla hatta sponsorlardan gelen parayla bile karşılanmıyor. Mesela Arcade Fire sahneden “Eminim VIP alanlarının içini merak ediyorsunuz. Hiçbir b.k yok, merak etmeyin” dediğinde arka sıraların takdirini kazanıyor ama konser başına aldıkları 4 milyon doları VIP alanı olmadan karşılayamıyor organizatörler.
Türkiye’deki VIP alanı konsepti henüz dünyadaki bazı festivallere göre son derece mütevazı. En fazla kuyruk beklemeden bira alma, biraz daha düzgün bir yere poponuzu koyup oturma imkanı var. Ama
zaten bira da hemen tükeniyor bizim festivallerde. Mesela geçen yıl Rock’n Coke’ta 23.00 itibariyle bira bitmişti. Yani VIP konusunda emekleme dönemindeyiz.
Festivale gidip izlemek emek isteyen bir şey
Bir de şu var, bizde VIP alanları sahnenin tam önünde falan değil. Sahneyi uzaktan ama rahat gören bir yer tercih ediliyor genellikle. Son gittiğim Primavera Sound Festivali’nde de aynı şekildeydi düzen aşağı yukarı. Orada satın alınan VIP bileti kuyruk beklemeden ayrı bir kapıdan girmeye, VIP alanından yiyecek-içecek almaya ve kalabalıktan çok bunalırsanız biraz soluklanmaya yarıyordu. Oysa mesela Coachella’da durum farklı. 3 bin 500 dolara alınan bilet size sahnenin önündeki klimalı safari çadırına arabayla transfer edilme imkanı sağlıyor. Üç öğün gurme yemek ve tercih edilen marka şaraplar da var. New York’taki Governer’s Ball’da
16 kişilik lounge’larda sınırsız bira ve organik açık büfe var. Lounge fiyatı
30 bin dolar. Bonnaroo’da 600 dolarlık VIP biletine duş ve açık büfe dahil. Lollapalooza’da festival alanında
75 kişi için tasarlanan “cabana” tipi evler kiralanabiliyor. Fiyatı 75 bin dolar. Alabama’daki Hang Out Festival’da sahnenin yanındaki VIP alanında havuz var. Millet üst üste tepinirken siz havuzdan izliyorsunuz.
Kimilerine ve bana göre de bu festivallerin sonu aslında. Evet anlıyorum, sektöre daha fazla para lazım ve organizatörler kaynak yaratmaya çalışıyor. Evet anlıyorum, giderek yaşlanan, mızmızlaşan ve yaşlandıkça konforuna düşkün olan 90’ların festival seyircilerini de düşünmek lazım. Evet biliyorum, hayatında festivale gitmeyecek birilerini de buraya çekmek için türlü numaralar bulmak gerekiyor.
Ama festival emek isteyen bir şey. Festivale gitmek orada toz yutup çamura bulanmak, terlemek, itiş kakışa girmek, en önde çıldırmak, sesin kısılana kadar bağırıp şarkı söylemek demek. Ayrıca festival bir-iki günlük için bile olsa sınıfsızlık demek, eşitlik demek. Bir hayali yaşamak demek. O hissi yok ederseniz gerçek hayattan farkı kalmıyor. VIP festivalin özünü, ruhunu zedeliyor.
Mahşerin dört atlısı!
Hürriyet ve Blue Jean yazarı Sadi Tırak ile yine Blue Jean dergisinden Erdem Tatar bir kitap hazırladı. Adı “Mahşerin Dört Atlısı Metallica” (Esen Kitap), konu Metallica. Grubun 30 yılı aşan kariyerinden notlar ve ayrıntılar derlenmiş. Şu ara hazır Türkiye konserine gün sayarken okunması gereken bir kitap. Aklınızda ve kitaplığınızda bulunsun.
İTİRAF EDİYORUM
* Television’ın 1977 tarihli “Marquee Moon” albümlerini çalmak için yeniden bir araya gelmesi ve benim Barselona’da bunu izlemiş olmam ne kadar harikaysa, onları daha önce dinlememiş olmam da o kadar ayıp.
* Geçen hafta bizim pazar ekindeki röportajda Vedat Milor’un iyi kahvaltıcı bulamadığını söylemiş olması beni bir rahatlattı ki sormayın. Van kahvaltısı koca bir balon diyorum kızıyorsunuz, matah bir şey olsa Milor önerirdi.
* Geçen akşam uğradığım Asmalımescit akşamları
90’lardaki gibi ıssız, insansız bir
yer olmuş. Tadı tuzu pek yok artık.
* 20 bin lira olan kirasının 35 bin dolara (yaklaşık 70 bin lira) çıkarılması sonucu yüksek kira ücretini ödeyemediği için Beyoğlu Salt’ın içine taşınmak zorunda kalan İstiklal Caddesi’ndeki Robinson Cruseo 389 Kitabevi’nin yerine ne açılacak merak
ediyorum. 70 bin lira kirayı
ödemek için orada ne satmalı?
Ünlü besteci Sinan Akçıl’ın yeni şarkısı
Magazinci arkadaşlar bayılıyor Sinan Akçıl’a. Yeni şarkısında şöyle yapmış, böyle demiş... Merak edip dinledim. Araştırdım. Gypsy Casual isimli Romen bir grubun “Bate Toba Mare” isimli şarkısı bu. Akçıl bunu alıp üzerine “Tabi Tabi” diye Türkçe söz yazmış.
Magazinci arkadaşlar her türlü detayı yazmış ama bunu atlamışlar. Arkadaşlar üzgünüm ama büyük besteci Sinan Akçıl’ın yeni şarkısı Sinan Akçıl’ın değil. Başka birinin. Cover, uyarlama ayıp değil. Saklamaya, utanmaya gerek yok.
Ukala notu: Elbette anlamındaki “tabii” iki “i” ile yazılır.