Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Efes Pilsen Blues Festivali’nin Girne konserini izlemek için Kıbrıs’taydık. Hem konser izledik hem de çevreyi dolaştık. Kıbrıs’ı sadece kumarhanelerden ibaret sananlar fena halde yanılıyor

Yavru vatandan blues notları

Dünyada bu kadar uzun zamandır devam eden ve dere tepe bu kadar fazla şehir dolaşan başka gezici blues festivali var mı bilmiyorum. Bu yıl
22 şehir, 24 konser. 23 yıldır her yıl neredeyse aynı tempo. ABD’nin muhtelif şehirlerinden blues üstadları Doğu Anadolu’dan Trakya’ya, Kıbrıs’tan Karadeniz’e blues çalıyor ve kelimenin tam anlamıyla yediden yetmişe herkesi eğlendiriyor. Gerçi bu yıl 7’den 24’e kadar olanları eğlendiremiyor ama ne gam, Anadolu insanı bir şekilde blues’u seviyor hiçbir şehirde salonu boş bırakmıyor. Önceki yıllarda da başka başka şehirlerde izlediğimden gözlemlerimi aktarıyorum, benimkisi tahmin veya temenni değil. Kıbrıs’ta da durum benzerdi.
* Önce Cedric Burnside çıkıyor, gitarıyla ortamı ısıtıyor. Ardından Smoking Joe Kubek (isimlerine hastayım bu blues’cuların) ve B’Nois King geliyor. Sağlam gitar çalan bir ikili. Rock ve blues ekolleri sahnede çarpışıyor. Son olarak harmonika üstadı Billy Branch (yemek yediğimiz kebapçıda bile öttürüyordu baba harmonikayı) ve grubu The Sons of Blues var. Onların özel konuğu da solist Zora Young.
* Ne kadar çok insan sanatçılarla fotoğraf çektirmek istiyor anlatamam. İnsanların magazinden tanıdığı figürlerle değil, yeni tanıştığı ve müziğini beğendiği insanlarla fotoğraf çektirmek istemesi ne güzel.
* 15 Kasım K.K.T.C.’nin kuruluş yıldönümü. Her tarafta askerler gösteri provaları yapıyor,
mavi bereliler sahilde yürüyor, jetler gösteri yapıyor, turistler film, fotoğraf çekiyor.
Manzara buydu. Biraz 70’ler Türkiye’si.
* Kıbrıs’ta her şey ucuz ya. İnsanlarda bir alışveriş kafası: “O kaç lira, bu kaç lira?” alışveriş çılgınlığına kapılmadan atlattım Kıbrıs seyahatini. O kadar ucuzdu ki, bir ara rehberimiz Mehmet’e “Sence bu Monster Beats kulaklıklar gerçek mi?” diye sordum. “Valla burada gerçek bir şey
bulmak zor” dedi. Yorum sizin.
* iPhone5’in fiyatı 2 bin 400 TL. Lazımsa...
* Lefkoşa’da öğrencilerin takıldığı popüler cadde Dereboyu’nda sağlı sollu mekanlar akşamları dolu. Gündüzse sıradan kasaba gibi görünüyor şehir. Ancak aynı şeyi Lefkoşa’nın Rum tarafı için söylemek mümkün değil.
Geceleri nasıl bilmem ama o taraf hayli gelişmiş görünüyordu. “Nereden gördün?” diyeceksiniz.
Sur içinden geçen sınıra gittiğinizde Arap Ahmet Mahallesi civarında karşı taraf çok net görünüyor. Bir metre farkla bambaşka bir dünya var sınırın
öte yanında. Daha mı iyi daha mı kötü bilemem ama manzara bu.
* İbiza David Guetta’yla anılıyorsa Kıbrıs da Serdar Ortaç ve Mehmet Ali Erbil’le... Casino’lar, kumar ve eğlence hayatı... İtirazım yok ama hepsi bu değil. Oralara kadar gitmişken Girne tepelerindeki Bella Pais manastırını, Lefkoşa’nın kale içini, görmek lazım. Girne Kalesi de güzel ama ben asıl burada gördüğüm ve II. Selim zamanında camiye çevrilen 12’nci yüzyılda yapılmış gotik katedrale bayıldım. Türkiye’de eşi olduğunu sanmam. Şimdi Selimiye Camii. Ön yüzüne sonradan eklenen iki minare, bir gotik katedrale ancak bu kadar yakışabilir.
* Hayatımda ilk kez kumarhaneye girdim.
Sağa sola bakınırken saatler geçmiş. Valla hiç içaçıcı bir yer değil. Yapacak daha iyi bir işi olanın burada ne işi var anlamadım. İnsanın canının bayağı sıkılıyor olması lazım.

Haberin Devamı

Hayvanı olmayan anlamaz

Yavru vatandan blues notları

Haberin Devamı

Her zaman yaptığım gibi gıdısını parmağımla yokladım. Bu sefer başını arkaya atıp “gurgurgur” yapmadı. Hareket etmedi. Kaskatıydı. Hâlâ yumuşacık olan tüylerini son bir kez okşadım. Sonra elimle çukurun yanındaki toprağı usul usul üzerine ittim. Sevgili Tekgöz’ümü geçen pazar geceyarısı en sevdiği ağacın altına gömdüm.
Eve girdiğimizde hâlâ kapıyı yavaş yavaş açıyoruz ama alışkanlıktan. Artık gerindikten sonra bacaklarımıza tos atan, “Aman ezmeyelim dikkat” diye endişe edeceğimiz biri yok.
Koltuğun yan tarafında
kimse tırnaklarını bilemiyor. Alüminyum folyodan yaptığımız dandik topla (alengirli oyuncakları sevemedi bir türlü) evin öteki ucuna tamamen kendine has ritüeliyle (önce duvara dayalı tabloyla duvarın arasındaki tünel, sonra yatak, başucundaki komodin, ardından camın önü,
geriye bakış ve yalanma) koşan tip de yok.
Geceyarısı içeriden kıtır kıtır mama yeme sesi gelmiyor. Dışarı çıkmak için balkon kapısındaki anahtarlığa pati atıp “çın çın çın” yapan yok. Sabaha karşı dönüp “Maaaaauuuu kapıyı açıııın” diyen de. Ev sessiz.
Yazı yazarken bilgisayarın üzerinde dolaşmasını
“Ya Tekgöz bir dur, iki satır yazdırmadın” diye isyan edişimi özlüyorum.
Ağustos sıcağında film seyrederken üzerime kurulup sıcaktan pestilimi çıkarmasını da, koltukta uyuyakaldığımda usul usul yaklaşıp kulağımı “kıt” diye ısırmasını da...
Onu sokakta bulduğumuzda tek gözünü çoktan kaybetmiş sıska, ölmek üzere el kadar bir şeydi. Ayakta zor duruyordu. “İki gün dursun, gözünü tedavi ettirip bahçeye salarız” dedik, bir daha ayrılamadık. O kadar ani oldu ki isim bile koymadık. Veteriner “Adı ne? dedi, “Tekgöz” dedik, öyle kaldı.
Üç buçuk yıl boyunca hayatımızı renklendirdi ev arkadaşımız oldu, acımızı sevincimizi paylaştı.
Böbrekleri çökmüş. Hiçbir şey çaktırmadı son üç güne kadar. Bir gece ansızın karşımıza çıkmıştı, yine bir gece ansızın çıktı gitti hayatımızdan.
Kısırlaştırılmadan önce hormonlardan mütevellit azıp kavga ettiği koca kafalı sokak azmanlarından, ensesinden ısırmak suretiyle taciz ettiği dişilerden, kovaladığı kuşlardan, farelerden, dibine işemek suretiyle kuruttuğu sardunyalardan özür diliyorum. Haklarını helal etsinler, kedilik hali.
Ne zormuş, insan başına gelmeden anlamıyor. Kedidir eninde sonunda değil mi? Ama öyle değil işte...

Haberin Devamı

İTİRAF EDİYORUM

* “Orhan Gencebay ile Bir Ömür” albümünde yer alan herkese, The Foals’un coverladığı The Police şarkısı “The Bed’s Too Big Without You”yu dinletmek istiyorum. Hepinize saygılar, ama cover dediğin böyle olmalı.
* Erkin Koray’ın bir reklamda yer alması, Mazhar Alanson’un bir reklamda yer alması kadar rahatsız etmedi.
* Egemen Limoncuoğlu sayesinde tanıştığım Tom Odell’i pek yakında İstanbul’un indie kulüplerinden birinin sahnesinde görürsem şaşırmam. İki yıla da büyük festivallerde...
* Roger Waters’ın The Wall turnesinin 3 Ağustos 2013’te memlekete uğrayacak olmasından dolayı derin bir mutluluk ve aynı derinlikte de kıskançlık duyuyorum. “En büyük hayran benim” tadında gayet ergen duyguları eşliğinde hem de...

PAZAR ALBÜMÜ

“Psychedelic Pill” Neil Young&Crazy Horse

Neil Young yeni stüdyo albümünü yayımladı. Bu yıl içinde yayımladığı ve cover’lardan oluşan bir diğer albüm “Americana”nın birkaç ay ardından. “Psychedelic Pill”de “Americana”nın kayıtları sırasında stüdyoda kaydedilen doğaçlamalar da kullanılıyor. 27 dakikalık “Drifting Back”in ardından “Psychedelic Pill” geliyor. Adı gibi bir şarkı. “Ramada Inn”de birlikte yaşlanan bir çiftin hikayesine dalıyor Young. Bu yaşa gelmiş üstadlar yeni albümlerinde bilgece konuştu mu bize oturup dinlemek düşüyor. Cohen ve Dylan’ın yeni albümleriyle ortak noktası bu belki.
87 dakikalık iki CD’lik albümün ikinci CD’sinde “Twisted Road”, Dylan’ın “Like A Rolling Stone”una güzel bir karşılık. Young 67 yıllık ömründen süzülen tecrübeyi paylaşıyor güzel güzel. Pazar günü dinleyecek daha iyi bir şey düşünemiyorum.