Kolay bir iş gibi görünüyor ama değil.. Tiyatroda zaten bir yıldır birlikte oynuyorlardı, sinemaya taşımış oldular, ne var bunda denecek kadar basit değil..
Yavuz Bingöl ile Kerem Alışık zor işe kalkmış.. Orhan Kemal’in 72. Koğuş’unu bir kez daha sinemaya taşımış..
Cesaretli adım..
Niye mi?
Şundan..
72. Koğuş 40 yıldır, 45 yıldır binlerce kez oynandı.. Filmi çekildi.. Yani çok bildik, çok tanıdık.. Yani başı sonu belli..
Despina’nın Meyhanesi
Bugün sizi 65 yıllık meyhaneye madam Despina’nın yerine götüreceğim.. Örneği pek kalmayan cinsten, geleneksel meyhane..
Özelliği ne derseniz, ruhunu korumasıdır derim..
Muşamba kaplı klasik masalarıyla, her gün çıkan 25 çeşit mezesiyle, 40 yıllık aşçısıyla (Mustafa usta) 20 yıldır hizmet veren garsonlarıyla, geleniyle, gideniyle..
Geçen hafta eşimle gittim.. O ilk kez gidiyordu, kendimi Sicilya’da tarihi bir lokantaya girmiş gibi hissettim dedi.. Salon gerçekten tarihten bir yaprak gibi..
Rum meyhanesi havası bozulmamış.. İşletmecisi bu işe gönül veren iki kardeş.. Madam Despina’dan devraldıkları ruhu aynen koruyorlar..
Müşterilerini de..
Mekâna girince solda en dipte bir masa var.. Herkes bilir; oraya kimse oturmaz.. Çünkü o masanın müşterisi her gün aynı saatte gelir, tek başına oturur, yemeğini yer, rakısını içer, gider..
Eskiden iki kişilermiş.. Biri emekli olunca gelmez olmuş..
Masanın sahibi tek kalmış..
*
Nesi ünlü derseniz?
Yaprak ciğeri ile Rum usulü fasulye pilakisi çok ünlü.. Bütün mezeleri lezzetli ama günlük alınan taze beyin salatası da bence pilakisi kadar ünlü.. (Tabii ki her zaman yenmez kolesterol bombasıdır..)
Akşamları 20.30 gibi fasıl başlıyor.. Öyle avaz avaz sohbeti bozacak tarzda değil.. Usul usul sohbete ahenk katacak kıvamda..
*
(Bu kadar eski bir meyhaneyi şimdi neden yazdın diyeceksiniz..
Bu tür yerlere sahip çıkmak lazım.. Yaşatanlara destek olmak lazım.. Çünkü meyhane gibi meyhane kültür mirasımızdır.. Sadece içki içilen yer değildir.. Yemekleriyle, yeme adabıyla geçmişten günümüze uzanan köprüdür..
Şehri şehir yapan önemli duraklardan biridir.. Ve maalesef sayıları çok azaldı..)
*
Despina’nın Meyhanesi nerede derseniz..
Kurtuluş’ta..
Yasaklanan kitaplar..
Milliyet’in bir dönem yasaklanan kitaplar listesine bakınca, George Politzer’in Felsefe’nin Başlangıç İlkeleri ’ne takıldım.. Beni, 12 Eylül öncesine, gençlik yıllarıma götürdü..
Kitap aslında ders notları.. Pulitzer’in Paris işçi üniversitesinde verdiği derslerde bir öğrencinin tuttuğu notlar..
1970’li yıllarda ezbere bildiğimiz kitapların başında gelirdi.. Eskiden kolay kolay solcu olunmuyordu.. Solcu olmak için de okumak gerekiyordu.. O literatürü bilmek gerekiyordu..
12 Eylül askeri darbesiyle bir dönem bitti.. Hayranlıkla bakılan, herkesin olabilmek için çaba harcadığı entelektüel solcuların pabucu dama atıldı..
Dünya da değişince bu tür kitaplar unutuldu, gitti..
*
Unutuldu ama bu kitaplar okunmadan bir dönem anlaşılmaz ki.. Milyonlarca insanın neden bu kitapların peşinden gittiği anlaşılmaz ki..
Çetin Altan’ın Bir Avuç Gökyüzü’sünün neden yasaklandığını bilmeden 1974 Türkiye’si anlaşılmaz ki..
*
Milliyet’in yasaklı kitapları kampanyayla vermesi çok iyi oldu.. Bakın bakalım, Pınar Kür’ün Asılacak Kadın’ı müstehcen mi, değil mi?
O cami açıldı..
Bir aydan fazla oluyor.. Boğaz’a bakan kutu gibi camiden söz etmiştim.. Ortaköy ile Kuruçeşme arasındaki Defterdar İbrahim Paşa Camii’nden..
Çevredeki yalılarda oturanlar, çalışanlar için 1660’larda yapılmış.. Minicik bir camii.. Yıllardır harabe gibiydi, onarıldı, ilk günkü haline getirildi..
Bir ay önce gittiğimde bir iki haftaya kalmaz biter demişlerdi.. Bitmiş, ibadete açılmış..
Cuma günü gittim..
Emeği geçen herkesin eline sağlık.. Cami gibi cami olmuş.. Boğaz’ın kıyısına çok yakışmış..