Kış yazı kadar güzel bir gün var mı? Aralık ayında yazı hatırlatan.. Yazdan güzel.. Güneş ısıtıyor ama yakmıyor.. Öyle uzun uzadıya kalmıyor, çabucak evine dönüyor..
Cuma böyle bir gündü..
Hem de özgürlük günüm.. Cumartesi yazı yok.. Yani gazetelere gömülmek yok, ajansları takip etmek yok, haberleri izlemek yok, telefonlar yok..
Yok, yok, yok..
İstediğini yapmak var.. Boğaz’a inmek var..
Meğer herkes benim gibi düşünmüş! Meğer herkesin izin günüymüş..
Öğle saati daha Ortaköy’de trafik felç!.. En iyisi tabanvay..
Zaten bu havada arabaya binmek enayilik.. Bol oksijen, bol iyot alırım diyerek Kuruçeşme’den Hisar’a kadar uzandım..
* * *
Arnavutköy’ün kahveleri de, balıkçıları da fena değildi ama Bebek resmen patlamıştı..
Hele o Midpoint, hele o Kitchenette..
Durdum izledim.. Kadınlar ağırlıklıydı.. Oturacak yer kalmamıştı ama şık giyimli kadınlar hâlâ bir sandalye bulmak umuduyla hızlı adımlarla Midpoint’e ilerliyorlardı..
Hava müsaitti, güneş harikaydı, dışarıda oturmak için ideal gündü ama o insanlar güneşe mi koşuyordu, ben de buradayım demeye mi anlamadım!..
Bebek bensiz olmaz mı demeye..
Kendini göstermeye..
Başkalarını görmeye mi..
* * *
Biliyorsunuz, Boğaz oltacılarıyla da meşhur.. Gerçi, öğle saatlerinde pek kalmamıştı ama sabah yürüyüş parkurumun içinde olduğu için bilirim..
Kuruçeşme’nin çıkışı, Akıntı Burnu, Bebek girişi, Aşiyan, oltacıların öbeklendiği mekânlardır..
Birkaç kez tanık oldum, ama neden böyle diye kimseye soramadım..
Kuruçeşme’den olta sallayanların çektikleri balık minik minikti, Akıntı Burnu’nda oltaya takılanlar daha büyüktü, Bebek girişine geldim, denizden çekilen balıklar daha da irileşti..
Böyle günlerde Kuruçeşme’dekiler oltaları toplayıp, Bebek önüne neden gitmez diye hep merak ederim..
* * *
Baktım ki Hisar da ana baba günü, en sakin ve en güzel parka, Cemil Topuzlu’ya döndüm..
(Yeri gelmişken söyleyeyim; bütün kış oraya demirlenen Savarona yatı veya diğer gemiler o parkı öldürüyor, insanlara denizi göstermiyor..)
Sahil Kafe’ye oturdum, demli çayımı söyledim.. (Gürültüden uzak, küçük sevimli bir yerdir..) Gazeteyi açtım..
Hayır hayır bugün hayattan kopma günü dedim, katladım kenara koydum..
* * *
Ama boş boş da oturulmaz ki: Avanak avanak etrafa bakmanın sonu yok, ortama uygun okunacak bir şeyler bulmalıyım..
Üşenmedim, kalktım, Kuruçeşme’ye doğru gittim gazete büfesinden Naviga aldım. (Deniz Kültürü dergisi- tavsiye ederim) Deniz kenarında başka ne okunurdu ki.. Parayı öderken gözüme Tempo dergisi çarptı.. Bilmeniz gereken 50 Türk ressamı ve tablosu kitapçığı veriyor.. Hemen aldım, Sahil Kafe’ye geri döndüm; bir çay daha..
* * *
Hava mis gibi hem ressamların öykülerini okuyorum hem tabloları inceliyorum, hem etrafa bakıyorum..
Fikret Mualla’da durdum.. Aklıma Fikret Mualla’nın bir süre resim hocalığı yaptığı Ayvalık günleri geldi.. İstanbul’dan ihtiyaçlarını getiren, dostluk yaptığı kırtasiyeciye zaman zaman çizdiği eskizleri hediye edermiş..
Onlar ne oldu acaba!..
* * *
Güneşi batırırken karar verdim.. Her güzel havada İstanbul’un bir başka yerinin tadını çıkaracağım.. Yeşilköy’ün, Haliç’in, Bağdat Caddesi’nin, Çengelköy’ün, Kavak’ın...