Mehmet Tezkan

Mehmet Tezkan

mtezkan@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Prof. Dr. İlber Ortaylı Sultanahmet Meydanı’ndan söz ederken şöyle der..
Dünyanın başlangıç noktası olan bir meydandan söz ediyoruz. Çünkü Sultanahmet’e inerken meydan ile Ayasofya’nın arasındaki Yerebatan Sarayı dediğimiz sarnıca gireceğimiz yerde bir su terazisi ile yanı başında bir Milion taşı vardır. Bu, Roma İmparatorluğu’nun dört bir yanına uzanan yolların başlangıç noktasıdır. (Şehir ve Kültür: İstanbul, s.68 )
*
Cuma günü tam o noktadaydım.. İlk hissettiğim sessizlik oldu.. Gülhane’den ağır ağır Ayasofya’ya doğru çıkıp, oradan Sultanahmet Camii’ne doğru uzanırsanız sizin de ilk hissedeceğiniz o sessizlik olacaktır..
Huzur veren sessizlik..
*
Eskiden gazeteler Cağaloğlu’ndaydı.. Erken yaşta bu mesleğe başlayanlardan biri olarak gençliğim bu bölgede geçti..
Mesleğe adımı attığım Babıali’de Sabah gazetesi hemen bir arka sokakta; Fazilet Hanı’ndaydı..
Burnumuzu çıkardık mı, turistlerin mekânı Sultan Pub’ın önündeydik..
Ama inanın, Sultanahmet hiçbir zaman bu kadar keyifli gelmemişti..
O meydanda gezinmekten bu kadar mutlu olmamıştım..
Nedeni mi?
O bölge trafiğe kapandı..
Araç yok, gürültü yok.. Sadece insanlar var..
*
Sadece Sultanahmet değil, Sirkeci de trafiğe kapandı; yayalara açıldı..
Gidip görmek lazım dedim, Eminönü’nden, balık ekmekçilerden başladım..
Eminönü’ne inip buraya uğramadan olmaz!.. Çok güzel mekân oldu.. Yan yana duran üç Osmanlı kayığında ekmek arası balık satılıyor.. Kürsü denen hasır taburelere oturup, Haliç’in girişinde ekmek arası balık yemenin keyfi hiçbir yerde yoktur..
Sadece orada değil, köprü altında da, vapur iskelelerinin önündeki büfelerde de balık ekmek vardır ama burası farklı!..
Eminönü’ndeki büfeler deyince aklıma merhum Semih Balcıoğlu’nun bir anısı geldi..
Dönemin ünlü İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay 50’li yıllarda bir grup sanatçıyı valiliğe davet eder..
Aralarında karikatürist Semih Balcıoğlu da vardır..
Mini Mini Valimiz der ki; Eminönü’ne büfeler kuracağım, size vereyim, işletin sağlam bir geliriniz olsun..
Semih Abi bu olayı çok uzun yıllar sonra bana anlatırken; bozulduk tabii, çok sinirlendik, bizi tostçu yapacak diye öfkelendik, kabul etmedik demişti..
Ve eklemişti; aradan yıllar geçti, iskelenin önündeki büfeden geçerken uzun uzun seyrederim. Adamlar satmaya yetiştiremiyorlar, resmen para basıyorlar. Bizde ne kafa varmış!..
*
Yeni Camii’nin yanından Nimet Abla’nın önünden giren Büyük Postane’ye giden yol da, çevresindeki sokaklar da trafiğe kapatılmış..
Şahane olmuş!..
Sirkeci kendine gelmiş..
Ağır ağır yürüdüm, ne güzel hanlar ne güzel apartmanlar varmış.. Araç keşmekeşi kafamızı yukarı kaldırmamızı engellemiş..
Hidayet Camii’nin karşı köşesinde minik bir kahve.. Kapıya yazmış; közde kahve yapılır..
İçilmez mi?
İçilir..
Büyük Postane’nin az ilerisindeki Kral Kokoreç’ten çeyrek arası kokoreç yenmez mi?
Yenir..
Hoş yerdir, yine kürsü denen taburelere oturulur, her masada acı biber turşusu vardır, kokoreçle iyi gider..
Ee buraya kadar gelmişken İş Bankası’nın müzesini gezmeden olmaz..
*
Babam daktilo tamircisiydi.. Dükkânı bankalar caddesindeydi, banka banka dolaşırlar, hem bakım yaparlar hem de bozulanları tamir ederlerdi.. Her banka şubesinin bir günü vardı..
Bu sebeple aşinayımdır..
Fasit marka hesap makinesi çok revaçtaydı.. Yandan kollu olan.. Mesela kolu üç kere çevirince topluyor da iki öne üç arkaya çevirince bölüyordu..
Müzede gördüğüm Remington marka, Mercedes marka daktilolar beni çocukluk yıllarıma götürdü..
Geniş şaryolu (Adler marka) daktiloların ne işe yaradığını hâlâ anlamış değilim..
O kadar geniş kâğıdı nereden bulup ne yazıyorlardı!..
Hele o kumbaralar..
Damlaya damlaya göl olur kampanyaları..
Yolunuz Sirkeci’ye düşerse zaman ayırın!.. İş Bankası’nın tarihi Türkiye’nin iktisat tarihidir..
İki metreye yakın büyüklükteki kasa yevmiye defteri ilginizi çekecektir..
*
Yokuşa vurdum doğru Cağaloğlu’na.. Bizim Türkocağı Caddesi de trafiğe kapatılmış..
Oh be..
Girişinde Gazeteciler Cemiyeti ile İran konsolosluğunun olduğu cadde.. İstanbul Erkek Lisesi’nin olduğu yer..
Eskiden girmek bir dertti, çıkmak başka dert..
Yıllarımın geçtiği Cumhuriyet gazetesinin önüne kadar yürüdüm..
Ah Dalan ah dedim!..
Çorapçıları, halıcıları tutup da gazeteleri İkitelli’ye yollamasaydın..
Ah!..
Düşünsenize gazeteler yine orada, yan yana, aynı mahallede..
Bâbı-ı Âli bugün de Bâb-ı Âli olurdu..
Cağaloğlu bugünkü gibi buruk, cansız olmazdı..
*
Planımda Beyazıt Meydanı ile Sahaflar Çarşısı’nın arasındaki meşhur Çınaraltı’nda mola vermek vardı.
Yıllardır yolum düşmemişti, önce sahafları gezdim, eski tadından tuzundan eser yok.. Çınaraltı’na çıktım, beynimden vurulmuşa döndüm..
O ana kadar yaşadığım bütün güzellikler, keyifli dakikalar uçup gitti..
Çınaraltı yok edilmiş..
Beltur, şeffaf branda ile çevirdiği acayip bir yer açmış.. Kahve desem kahve değil, büfe desem büfe değil..
Oturmadım tabii..
Şöyle söyleyeyim..
Sanki, burayı en çirkin hale nasıl getiririz diye yarışma açmışlar, birinci gelen eseri uygulamışlar..
Tarihi Ada’yı yeniden canlandırmaya çalışan, dört dörtlük işler yapan belediyeye burası hiç yakışmamış..
*
Fesçiler kapısından Kapalıçarşı’ya daldım, bitpazarı sokağını takiple geze geze, sallana sallana, Mahmutpaşa’ya indim..
Kısaca eski şehri söyle bi turladım..
Boş gününüzde Yenicami’den başlayın, Gülhane üzerinden Sultanahmet’e çıkın, parkta oturun, kendinizi İstanbul’un güzelliğine bırakın..
Trafik çekilince, turist otobüsleri ortadan kalkınca Ayasofya da, Sultanahmet Camii de gözüme daha heybetli, daha büyüleyici gözüktü..
Tavsiye ederim..