Duvar adlı internet sitesinde güzel yazılarını okuduğumuz akademisyen Reyya Advan, son yazısında televizyonların reyting hamlesini ele alıyor...
“RTÜK, yaptırımları artırınca evlilik programları bitti. Onların boşluğunu ne dolduracak? diye merak edilirken bütün sunucular, aniden dedektif oldu. Her kanalda en az bir (bazılarında iki tane) kayıp arama, bulma, kavuşturma, küs barıştırma, kavga bitirme, suçlu tespit etme, cinayet çözme, katil bulma programı başladı. Yıllardır Müge Anlı’nın oturduğu tahta ortak olmaya gelmişlerdi. Onlar da birer polis, hâkim, savcı ya da ‘amirim’ olmak istiyorlardı.”
***
Reyya Advan’ın yazısını okurken hatırladık...
Bu tür programlar yıllar önce bir ara yine modaydı. Televizyoncular peşlerine polisleri takıp suçlu avına çıkıyor, en çetrefil sorunları şıp diye çözüyorlardı. ATV’nin Almanya yayınlarında çalışan bir arkadaşımız aynı programları orada yapmaya kalkışmıştı. Kayıp bir Türk’ü aramış, uzun çalışmalardan sonra ailesiyle buluşturmuştu. Ancak daha ikinci veya üçüncü programda Alman polisi yakasına yapıştı. Dediler ki:
- Bu ülkede polis var, mahkemeler var... Kayıp birisi varsa polise bildirirsin. Televizyoncunun polis rolüne
Tokat’ta açılan bir imam-hatip lisesine, Kuva-yı Milliye'ye karşı mücadele eden ve kaçtığı Mısır'da Cumhuriyet aleyhine yazılar yazan Mustafa Sabri’nin ismi verildi... Bu kişi aynı zamanda, “İngiliz Muhipler Cemiyeti” üyesi.. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasından sonra Mısır’a kaçmış...
Gelen tepkiler üzerine, okula bu ismin “sehven” verildiği belirtildi ve tabela kaldırıldı. Açıklama inandırıcı mı? Hayır...
Okula bu ismi bir tek kişi verse, belki “sehven” denebilirdi..
Oysa “Milli Eğitim Bakanlığı’na Bağlı Okullara Ait Açma, Kapatma ve Ad Verme Yönetmeliği’ nin 8. maddesi şu şekilde..
“Kurumlara ad verme işlemleri, il milli eğitim müdürünün önerisi ve il milli eğitim komisyonunun kararına dayalı olarak, valinin onayı ile yapılır ve sonucundan Bakanlığa bilgi verilir.”
Bu durumda, ilgili yönetmeliğe göre bu ismi, Tokat Milli Eğitim Müdürü komisyona teklif etmiş, Tokat Milli Eğitim Komisyonu bu konuda karar almış ve Tokat Valisi de bu ismi onaylamıştır.
Demek ki ortada tek kişinin “sehven” yapabileceği bir yanlışlık değil, “organize” bir faaliyet var.
Tokat’ta milli eğitimi yöneten kadronun tabelayı koyup indirmesinden çok zihniyeti önemli... Binlerce çocuğun eğitimi bu kadroya, bu zihniyet
Atatürk haftasında Atatürk’ten bir anı daha... Yöneticiler iyi okusun...
Falih Rıfkı Atay’ın “Atatürk ne idi?” adlı kitabından aktarıyoruz:
“Irak Başbakanı rahmetli Nuri Sait Paşa Türkiye’ye bir gelişinde anlatmıştı:
- Osmanlı ordusunda iken Atatürk’le aynı cephedeydik, bir akşamüstü birlikte yemek yiyorduk. Sofrada bulunan bir asker hekim izinli olarak İstanbul’a gideceğini söylemesi üzerine Atatürk kızdı, ordu tifüsten kırılıp dururken nasıl olur da bir hekim İstanbul’a keyif etmeye gider, devlet onu yetiştirmek için on binlerce lirayı işte böyle günlerde görev başında bulunması için harcamıştır, diye tutturarak söylemediğini bırakmadı, hekim içkili de olduğu için kendini kaybetti, Atatürk’ün başına bir şişe attı. İçeriki odaya alarak yarasını temizledik, sardıktı...”
Nuri Sait Paşa yıllar sonra Atatürk’le sohbet ederken eski hatıralardan dem vuruluyor. Atatürk’ün kafasını yaran hekime geliyor söz. Nuri Paşa Atatürk’e :
- Acaba ne olmuştur o hekim? diye soruyor... Atatürk’ün yanıtı:
- Şimdi bir ordunun sıhhiye reisi...
Nuri Sait Paşa
Silivri’de Balyoz duruşmalarının sürdüğü günler... Bizler düzmece kanıtlarla kasıtlı olarak hapis yatırılan mağdur askerlerin hakkını, hukukunu savunuyoruz. Cemaatin pompaladığı kiralık yazarlar da “Postalcı, Balyozcu” diye bize saldırıyor.
Saldıranlardan biri de Sabah’ta Emre Aköz... Bu aköz, bir iki yazısında bizden “Balyoz civeleği” diye söz etmez mi? Daha önce Milliyet’te magazin şefiydi. Oturduğu sandalyenin arkasına kırmızı kadın donu asardı. Cevap vermeye değmez bir zavallı. O yüzden bir değişiklik olsun diye tazminat davası açalım dedik. Değerli avukatımız Aslı Kazan dilekçeyi hazırladı, başvurumuzu yaptık.
Dava sonunda mahkeme, karşı tarafı 3 bin lira tazminat ödemeye mahkûm etti.
Davayı Yargıtay’a taşıdılar. Yargıtay kararı bozdu.
Mahkeme davayı yeniden görüştü, bu defa Yargıtay’ın kararına uydu. Biz davayı kaybettik. Dosyanın oradan oraya taşınması neredeyse 5 yıl sürdü.
Nihayet geçenlerde tebligat geldi. Mahkeme masrafı olarak 2 bin lira ödememiz gerekiyormuş. Ödedik. Davaya noktayı koyduk.
Davayı kaybettik ama zaman bizi haklı çıkardı. Balyoz sanıkları beraat ettiler.
Balyoz kumpasını kuran FETÖ’cüler bugün ya hapiste ya kaçak...
Burhan Felek Basın Hizmet Ödülleri bu hafta dağıtıldı. Bu ödül Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından 70 yaşından gün alan ve meslekte 50 yılını tamamlayan gazetecilere veriliyor. Bu yıl ödüle layık görülen 10 gazeteciden biri de biz olduk...
1966 yılında TRT Haber Merkezi’nde başlayan gazetecilik yolculuğunun 50 yılı aşması elbette en başta siz okurlarımızın desteği ve ilgisiyle mümkün oldu.
Nedir gazetecilikten anladığın, diye sorarsanız... Yalanların egemenliğini bitirmek... Halka doğru bilgi vermek... Halkın ve ülkenin çıkarlarını savunmak... Gencine yaşlısına yaşama sevinci aşılamak... Gençlere doğru yolu göstermek... Bunlardır...
Gazeteciliğimiz 50 yılı doldururken bu sütun da 35 yaşına bastı... Nedir gazete yazarlığında uzun yaşamanın sırrı? Ne siyasi iktidara, ne parasal iktidara... Her şeyden önce okura saygılı olmaktır... Gazeteciyi ve yazarı okurun desteği yaşatır... Okur desteği ne kadar büyükse gazetecinin harcanması o kadar zorlaşır... Okurun desteği de ona doğruları sunmakla kazanılır. Mesleğin önüne kişisel çıkarları koyan adamı okur sevmez... Gazeteciliği para veya şöhret için yapanların nefesi yarı yolda tükenir. Gazetecilik zor meslektir. Keyfi ve tesellisi de
Atatürk’ü aramızdan ayrılışının 79. yılında bir kez daha özlemle anıyoruz... Atatürk’e özlem her yıl biraz daha artıyor. Çünkü her yıl Osmanlı ve şeriat özentisi iktidarın foyası biraz daha meydana çıkıyor, Atatürk’ün devrimlerinin ne kadar zorunlu ve haklı olduğu ve geçerliğini bugün hâlâ koruduğu halk tarafından daha iyi kavranıyor.
Atatürk’ü tanıtmak ve anlatmak için sık sık NUTUK kitabı tavsiye edilir.
Ata’yı anlamak için daha da önemli ve gerekli kitap aslında MEDENİ BİLGİLER’dir.
Atatürk’ün 1931 yılında bir bölümünü bizzat yazdığı Medeni Bilgiler geniş bir yurttaşlık bilgisi kitabıdır.
Diktatör, tek adam gibi sıfatlara layık görülen Atatürk, başbakanın konumunu şöyle anlatır:
“Başbakan devlet yönetiminde maddi ve manevi yükümlülüklerinin en büyüğünü omuzları üstünde taşıyan kişidir. Bu nedenle devlete ait başarılardan doğacak en büyük şeref de Başbakan’a ait olur.”
Kitapta devletin ancak özel sektörün giremeyeceği alanlara yatırım yapacağı anlatılır. Yabancı sermaye eğer faydalı olacaksa ülkeye gelerek yatırım yapabilir.
O
TEOG’un yerini alacak sistem belli oldu... Yeni sınavın adı “Eğitim bölgesi ve sınavsız mahalli yerleştirme sistemi”, kısa adı MYS...
- Haziran ayının ilk haftasının sonunda, merkezi sınav yapılacak..
- Nitelikli bir okula girmek isteyen öğrenciler sınava girecekler...
- Diğer öğrenciler ise evlerine en yakın okullardan 5 tercihte bulunacaklar.
- Niteliksiz okullara, kontenjandan daha fazla başvuru olursa, öğrenciler “okul başarı puanı”na göre yerleştirilecekler.
Böylece nitelikli okul niteliksiz okul ayrımı baş gösteriyor.
Bakan, “Öğrenci istemediği okula gitmeyecek” diyor ama...
Öğrenci en yakın 5 okul arasından sadece birini beğendi ama diploma notu yetmedi diyelim... İstemediği okula gitmekten başka çaresi kalıyor mu?
1 Kasım “Harf Devrimi”nin 89. yıldönümüydü... Eski yazıdan Latin harflerine geçiş 1 Kasım 1928’de çıkarılan kanunla gerçekleşti. Yasaya göre alfabede 28 harf vardı. Sonra “ğ” eklendi 29 oldu.
Atatürk yeni harflere geçişin hızlı olmasını istiyor, bunun için çareler düşünüyordu.
O günlerde yaşanan renkli sahneleri Atatürk’ün kütüphane memuru olan Nuri Ulusu, “Atatürk’ten Duymadığınız Anılar” adlı kitapta şöyle anlatıyor:
“Atatürk Cumhurbaşkanlığı bando şefi miralay Zeki Bey’i çağırttı. Köşkün kapısının önüne bir masa koydular. Atatürk yeni Türk harflerini burada derhal notaya alıp bandoda çaldırabilir misiniz, dedi. Miralay “Emredersiniz Paşam” dedi. Hemen notayı yaptı. Notalar teksir edildi, bando mızıkacılarına verildi. Başladı bando şu şekilde A, O, U, İ, E, Ö, Ü, İ, B, C, Ç, D, F, G, H, J, K diye çalmaya... Harfleri marş şeklinde notalarla söyledik. O zaman Ankara’da iki bando var. Birincisi Cumhurbaşkanlığı’nın birisi tümenin... Atatürk dedi ki:
- Bu bandolar bu marşı Meclis bahçesi ve Kızılay’da akşamları 16.30’dan 18.00’e kadar çalacaklar, halkın kulağına bando vasıtası ile yeni Türk harflerini sokacaksınız. Yeni Türk harflerini dairelerden işlerinden çıkan halk