Sular duruldu... Heyecan yerini mantığa bıraktı.
Artık daha rahat futbol konuşabiliriz.
Takımımız 2024 Avrupa kupasının zayıf ekiplerinden biriydi.
Bunu rağmen yaptığımız 4 maçtan üçünü kazandık son 16’ya kadar ilerledik.
Gerçeklere gözümüzü yummayalım...
Gürcistan dahil oynadığımız ekiplerden daha iyi değildik...
Futbol kültürümüz, karakterimiz, sistemimiz rakiplerimizden gerideydi.
Avantajımız mı? Vardı...
- Bizim oğlan çok haşarı, diyor babası, hiçbir şeye ilgisi yok, akşama kadar boş boş dolaşıyor, kitap oku diyoruz okumuyor...
Böyle dertli babaların sayısı az değildir... Onlara Von Braun’ un hikâyesini anlatalım...
Roket sanayiinin babası olup uzayın keşfinde öncü rol oynayan Alman bilgin Werner Von Braun, ilkokulda en başarısız öğrenciydi. Babasını küçük yaşta yitirmiş, yatılı okula verilmişti. Çalışmıyor sürekli havaya bakıyordu. Hele geceleri, gözlerini gökyüzünden hiç ayırmıyordu... Öğretmeni küçük Braun’un neden sürekli gökyüzüne baktığını sonunda öğrendi. O uzaya, gezegenlere, yıldızlara meraklıydı. Öğretmenleri ona bir teleskop hediye ettiler. Ama bir şartla; günde sadece iki saat gökyüzünü gözleyecek sonra dersine çalışacaktı.
Yıl sonunda postacı eve bir zarf getirdi. Okuldan geliyordu. Annesi kötü bir haber alacağından korkup zarfı titreyerek açtı. Tersine bir müjde çıktı zarftan: Braun sınıfının birincisi olmuştu... Von Braun, roketlerin
Sinatle Yayınevi tarafından basılmış ve tek baskıda kalmış bir kitaptı: “George Dumezil’le Konuşmalar”... ALFA Yayınevi yeni bir baskısını yaptı.
Geçen yüzyıla damgasını vurmuş bu ünlü Fransız dil bilgini ve din tarihçisi pek ilgilendirmemiştir bizi... 60’a yakın eseri olan Dumezil’in 30’a yakın dil bildiği söylenir. 1925 tarihinde İstanbul Üniversitesi’nde dinler tarihi okutmuş, Türkiye’de kaldığı 6 yıl boyunca Türkçe ve Kafkas dilleri üzerinde araştırma yapmıştır.
Pek çok ülke gezen ve 1986 yılında 97 yaşında ölen George Dumezil kitapta diyor ki:
“... Türkiye benim ikinci vatanım gibidir ve böyleyken on kadar vilayette birkaç yer biliyorum yalnızca. Ama orada evimde gibiyim - ya da gibiydim. 1972’den beri gitmedim Türkiye’ye...”
Bir başka soruya yanıtı:
“... Yaşadığım tüm ülkeler içinde her şeye yeniden başlamak elimde olsaydı öyle sanıyorum ki Türkiye’de yaşamak ve muhtemelen de ölmek isterdim... Özellikle Boğaz’da...”
Türkiye’yi böylesine
Türkiye İşçi Partisi ve Türk solunun liderlerinden Mehmet Ali Aybar, 29. ölüm yıldönümü olan 10 Temmuz’da Aşiyan’daki mezarı başında anıldı...
Türkiye’de Atatürk’ün tam bağımsızlık ruhuna CHP değil, ilk günden itibaren sosyalist aydınlar sahip çıkmıştır.
İkinci Dünya Savaşı sonunda, İsmet İnönü liderliğindeki Türkiye, ABD ile ikili antlaşmalara yönelmişti.
ABD’nin gerçek kimliğini, yapılan yardımların perde arkasındaki niyetlerini görmek o dönemde çok mu zordu... Yok canım... Gören görüyordu... Bakınız Mehmet Ali Aybar, “Zincirli Hürriyet” Gazetesinde 19 Nisan 1947’de yazdığı yazıda hükümeti nasıl uyarıyor:
“Amerikan yardımını bir kere bizi şimdiden istiklalimizden mahrum edeceği ve Amerikan himayesi altına koyacağı için istemiyorum. Yardımın şartları malum... Birtakım yabancılar yardımın yerinde kullanılıp kullanılmadığını kontrol etmek bahanesiyle bizim içişlerimize müdahale edeceklerdir... Yardımın tahsis sureti ve harcanması ile ilgili
İstanbul aşığı Çelik Gülersoy’u ölümünün 31. yılında (6 Temmuz 2003) saygı ile anıyoruz...
Milyonlarca İstanbullu tatil günlerinde biraz nefeslenmek, bir parça Osmanlı tadı almak isterse nereye koşar? Herhalde öncelikle rahmetli Çelik Gülersoy’un yoktan var ettiği bahçelere, köşklere, kahvelere, otellere... Gülersoy’un, başkanı olduğu Turing Kurumu’nun imkanlarıyla ayağa kaldırdığı ve İstanbul’a kazandırdığı tesislerden bazılarını anımsayalım:
* Yıldız Parkı ile içindeki Malta ve Çadır Köşkleri, Pembe ve Yeşil Seralar
* Emirgan Korusu ile içindeki Sarı, Beyaz ve Pembe köşkler;
* Çubuklu Korusu ve Hidiv Kasrı;
* Çamlıca Tepesi Tesisleri;
* Fenerbahçe Parkı ve Romantika Kahvesi
6 Temmuz, Aziz Nesin’in ölümünün 29. yılı...
Ve bir anı...
Sene 70’ler... Ben o yıllarda Günaydın’da çalışıyorum. Aziz Nesin’le yeni tanışmışız. Bir gün Kadıköy’den Eminönü’ne giden vapurun girişinde karşılaştık... Hoş beş falan... Vapurdan çıkarken sordu:
- Sirkeci’den Yeşilköy havaalanına dolmuş kalkıyormuş yerini biliyor musun?
- Valla bilmiyorum, dedim, neden sordunuz?
- Ben uçakla Ankara’ya gideceğim de...
Elindeki küçük bavulu da o anda fark ettim...
Bir bankadan reklam filmi için seslendirme teklifi alan ünlü sanatçı Nejat İşler, teklifi kabul etmiş ama para istemediğini, bankanın bu parayı öğrencilere burs olarak vermesini istemiş.
Bankanın bin öğrenci bursu önerisine karşılık, Nejat İşler sayının beş bine çıkarılmasını şart koşmuş.
Banka talebi kabul etmiş...
Değerli sanatçı bu tavrıyla alkışı hak ediyor.
Reklam konusunda bir ilkeli sanatçımız da Tarık Akan idi...
Yıl 1976... Tıraş bıçağı firmasının (Gillette) tüm dünyada yayınlanacak reklam teklifini reddeden Tarık Akan’ın kapısı bu kez otomobil reklamında oynaması için çalındı.
Değerli sanatçının yanıtı yine “Hayır” oldu.
Daha sonra şampuan, diş macunu, banka ve birçok önemli firmanın reklam tekliflerine de yanıtı her zamanki gibi olumsuz idi...
İstanbul’da son haftalarda deprem olmadan binalar çökmeye başladı. Küçükçekmece’de 3 katlı bina, geçtiğimiz hafta Bahçelievler’de 7 katlı bina çöktü.
İBB verilerine göre bir Marmara depreminde 200 bin bina kullanılamaz hâle gelecek...
En az bir milyon insan ölecek ya da yaralanacak...
Çevre Bakanlığı da benzer rakamlar veriyor.
Bunları izlerken aklımıza bir fıkra geliyor...
İki arkadaş balonla seyahat ederken yollarını kaybetmişler... Bir dağ başında tek başına bir adam görünce ona doğru alçalıp sormuşlar:
- Heey ahbap biz neredeyiz?
Adam aşağıdan bağırmış: