Kahramanmaraş’ta molozların döküldüğü alanda bir moloz dağının oluştuğunu gazetelerde görüyoruz. Uzmanlar enkazın gelişigüzel toplanıp bir yere dökülmesinin çok sakıncalı olduğunu anlatıyor ama şimdilerde kimselerin uzmanları dinleyecek hali yok. Aşağıdaki satırları bölgede incelemeler yapan İTÜ heyetinin raporundan aldık, aynen aktarıyoruz:
“Deprem atıklarının geçici depolama alanlarına taşınması, burada atıkların içerisindeki malzemelerin ayrılarak yeniden kullanım sağlanması, kalan atıkların ise ilgili yönetmelik hükümleri çerçevesinde bertaraf edilmesi gerekmektedir. Geçici ve nihai depolama alanları atık miktarını karşılayacak kapasitede olmalıdır.”
Marmara Bölgesi ve özellikle İstanbul’da yaklaşmakta olan depremle ilgili bu tür bir hazırlık yapılıyor mu? Geçici depo alanları, vs. saptanıyor mu? Hiç duymadık.
İTÜ raporundan sularla ilgili bölümü aktarıyoruz:
“Deprem sonrasında su yoluyla bulaşma potansiyeli yüksek olan enfeksiyon hastalıkları riski de artmaktadır. Bu nedenle, deprem
Prof. Celal Şengör, Prof. Naci Görür, Prof. Ahmet Ercan başta olmak üzere tüm yer bilim uzmanlarına müteşekkiriz. Yaptıkları konuşmalarla halkı uyarıyor, uyandırıyorlar.
Arada da korkutuyorlar ki halkı harekete geçirmek için, o da gerekli.
Ne var ki bazen ipin ucu kaçıyor.
Örneğin Celal Şengör:
- İstanbul’da depremin eli kulağında, diyor.
Ne anlarsınız bu sözlerden?
Birkaç gün veya birkaç ay içinde deprem olacağını değil mi?
Bu yüzden birçok vatandaş evlerinin her an kafalarına yıkılacağı korkusuyla yaşıyor, bazısı geceleri uyuyamıyor.
İstanbul’da beklenen depremle ilgili korkutucu rakamlar konuşuluyor.
80 bin bina tam hasarlı, 157 bina riskli.
Bir depremde yüz binlerce kayıp vermek kaçınılmaz.
Geçen zamanı kullanamadık. Halkı güvenli konutlara taşımak için vakit geçti.
Artık önemli olan depremden yaralı veya sağ kurtulanları yaşatmak.
Bugün konuşulması gereken ama konuşulmayan işte bu, yani depremden kurtulanları nasıl yaşatacağımız.
Depremin ardından şehirdeki yollar nasıl açılacak, yaralılara ilk yardım malzemesi nasıl ulaştırılacak, yıkıntılar arasında kalan insanlara su ve gıda nasıl götürülecek?
Yaralılar hastanelere nasıl taşınacak?
Televizyonların ortak yayınladığı “Tek Yürek Türkiye” kampanyasında 115 milyar lira bağış toplandı. Bu miktarın 85 milyarı devlet kuruluşlarından geldi. Özel şahıs ve kuruluşlardan gelen bağışlar beklentilerin altında kalırken, biz bir başka noktaya dikkati çekmek istiyoruz. Geçmişte de kimi büyük depremlerden sonra böyle kampanyalar düzenlendi. 2011 Van depreminden sonrasını iyi anımsıyoruz. Kampanyaya katılan özel firmalar yayında büyük miktarlar vaat ettiler. İzleyiciden büyük alkış aldılar. Ancak bir süre sonra gazetelerde bu firmalardan birçoğunun vaat ettikleri miktarları ödemedikleri yazıldı. Bazısı vaat ettiğinin ancak bir kısmını ödemişti. Ünlü şirketlerden birinin yöneticisiyle bu konuyu konuştuk. Dediği şuydu:
“Evet, tembellik ettik, ödemeyi yapmadık. Ancak kimse de bizi arayıp neden ödemediniz diye sormadı. Bize ödemeyi yapmamız için adres göstermedi.”
Diyeceğimiz, böyle kampanyaların sonrası iyi izlenmeli. Ödeme vaadi veren şirketlerin peşine düşülmeli.
Çok daha önemlisi...
Böy
Kadıköy’deki apartmanımız acaba depreme dayanaklı mı? Bir süre önce binayı muayene ettirip durumunu öğrenmek istedik. Bunu duyan komşular:
- Aman dur, ne yapıyorsun, dediler.
- Neden?
- Kime muayene ettireceğiz? Belediyeye. Belediye 1999’dan önce inşa edilmiş olup, yeni deprem yönetmeliğine uymayan binalar için hemen yıkım kararı veriyor. Bizim bina 20 yaşından büyük mutlaka yıkım kararı alınır.
Kadıköy Belediyesi’ni arayıp bir yetkiliyle konuştuk:
- Eski yönetmeliğe göre yapılmış binaları muayene edince genelde güçlendirme talep ediyoruz, dediler, eğer güçlendirme yapılmazsa yıkıma gidiyoruz.
- Güçlendirme için ne kadar süre veriyorsunuz, o iş kaça patlıyor?
- Güçlendirme için bir iki ay süre tanıyoruz. Tabii bu da pahalı bir iş. Binayı yıkıp yapmak çoğu kez daha avantajlı.
Milletçe önümüzde iki ağır ödev var.
Birincisi… 10 şehrin ve 15 milyon insanın etkilendiği Kahramanmaraş depreminin yaralarını çok çabuk sarmak, şehirleri yeniden inşa etmek, hayatı yeniden yaşanır hale getirmek.
İkincisi… Var gücümüzle eli kulağında olan İstanbul depremine hazırlanmak. Hızlı tedbir alınmadığı takdirde İstanbul depreminin Cumhuriyet’in sonu olacağını kavramak, o nedenle çok hızlı ve etkili adımlar atmak.
Zaten sıkmakta olduğumuz kemerleri biraz daha sıkmak. Her tülü lüksü, keyfi, tatlı hayatı bir kenara bırakmak, milletçe bu ağır yükleri kaldırmaya hazırlanmak zorundayız.
İlk adım mı? Pek çok uzman aynı kanıda birleşiyor. İlk adım olarak bir “Afetler ve Deprem Bakanlığı” kurulmalı.
Yıl içinde sürekli sel, yangın ve depremle karşı karşıya kaldığımız halde her defasında hazırlıksız yakalanıyoruz. İlk müdahale ve kurtarma aksıyor. Kurtulanları beslemek ve barındırmak mesele oluyor. Eşgüdüm kurulamıyor.
Bir bakanlık kurulursa gerekli hazırlıklar tek elden ve daha programlı şekilde yapılabilir. Devlet hızlı hareket
Bu satırları sıkıntı ve acıyla okuduğunuzu biliyorum. Ben de zaten sıkıntı ve acıyla yazıyorum.
Toplumsal felaketler elbet acı ve keder yüklüdür.
Ama daha büyük acıyı felaketlerden ders alınmaması veriyor.
Binlerce cana mal olan Körfez depreminden sonra güzel bir sloganı milletçe paylaştık:
- Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak...
Dedik... Ama her şey maalesef yine eskisi gibi.
Fotoğraflarda görüyorsunuz.
Kimi binalar sapasağlam dururken, hemen yanı başında kimi binalar çöp olmuş.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Sayıştay denetçilerine yükleniyor:
“İktidara geldiğimizde 418 milyar doları görmezsem görevinizi yerine getirmemişsiniz demektir. Yakarım sizi!”
“Seçimin ertesi günü onların telefonları acı acı çalacak. Açtıkları telefonun ucunda bir ses duyacaklar: - Ben Kemal, geliyorum!”
“Defalarca uyardım seni SPK, gerekeni yapmadın, küçük yatırımcının soyulmasına göz yumdun. Çok öfkeliyim. Görüşeceğiz. Vallahi de görüşeceğiz.”
Kemal Bey’in bu üslubu bize kimi mi hatırlatıyor?
Rahmetli Ahmet Vardar’ı...
Ahmet Vardar’ı hatırlar mısınız?
Sabah gazetesinde