İklim değişikliği etkilerini şimdiden gösterirken.. Acaba bizim devlet kurumları ve üniversiteler bu konuda yeterli araştırma yapıyorlar mı? Mülkiyeli arkadaşım Tayfun Kalkan soruyor:
“Örneğin ortalama sıcaklığın artmasıyla bugün elimizin altında olan hangi bitkileri yarın bulamayacağız?
Bu bitkilerin yerine hangi bitkilerin üretilmesi gerektiğine ilişkin bir bilgimiz var mı?
Ormanlardaki ağaç çeşitliliği büyük darbeler alacaksa, mevcut ağaçların tohumlarının depolanmasına geçtik mi?
Yaşamını sürdüremeyecek ağaçların yerine hangi ağaçların yetiştirilmesi gerekiyor?”
Soruları çoğaltabilirsiniz. Ancak bu sorulara olumlu yanıtlar vermek zor.
Osmanlı’da hangi yörenin ne kadar yağmur aldığı bile bilinmezdi.
O yüzden
Evde çalışırken telefon çaldı.
0536 ile başlayan bir numara arıyor.
- Buyurun?
- Adınız M. Melih Aşık mı?
- Evet.
- Adresiniz şu şu mu?
- Evet, doğru.
- Ben X Bankası sigorta ve finans bölümünden arıyorum.
Herkes anlasın!
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, “Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür” şeklindeki 66. maddenin ırkçı nitelik taşıdığını iddia ederek “Türk” sözünün kaldırılmasını istiyor.
Madde gerçekten ırkçık mıdır?
Bu alanda yetkin bir isim olan Prof. Sibel Özel’e göre, tam tersine, bu hüküm ırkçılığı önlemektedir. Prof. Özel, herkesin anlayacağı şekilde tane tane anlatıyor:
*Hüküm çok açıktır ve iddia edilenin aksine Türkçülüğü yasaklamaktadır.
*Bu ülkede hiçbir vatandaş diğerine “Sen Türk değilsin; sen Ermeni’sin, Rum’sun, Kürt’sün, Çerkez’sin” diyerek aşağılama hakkına sahip olmasın diye Anayasa Türklüğü bu şekilde tanımlamıştır.
*Bir başka ifadeyle, etnik kökeni Türk olanların, etnik kökeni Türk olmayanlara karşı bir farklılığı ve ayrıcalığı olmadığını vurgulamak için, hukuken TÜRK olmanın anlamı Anayasa’da bu şekilde tanımlanmıştır.
*Böylece
Biyoloji kitaplarında bir su sineğinden söz edilir.
Bu sineğin sadece bir günlük ömrü vardır.
Sabah doğar, akşam ölür.
Biraz dram, biraz komedi değil mi?
Bir günlük ömür ne kadar kısa diyorsunuz önce.
Zavallı sinek, doğacak, beslenecek, kendine bir eş bulacak, yumurta bırakacak, etrafı gezecek, hayatın tadına varacak ve akşam ölecek.
Çok garip. Çok çarpıcı. Çok dramatik görünüyor.
Ne var ki yaşınız 80’lere gelince su sineğinin yaşamı çok da kısa görünmeyebilir size.
Bugün toplanacak olan Altılı Masa’da ortaya yeni tartışma konusu atıldı.
DEVA Partisi lideri Ali Babacan Anayasa’nın 66. maddesinde yer alan “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” ifadesinin tekrar değerlendirilmesi gerektiğini belirtti.
Bu konu bugüne dek yüzlerce kez tartışıldı. Dendi ki buradaki Türk, bir ırkı veya etnisiteyi değil, milletin adını simgeler. Türkçe konuşanların adıdır. Yabancılar bu coğrafyada yaşayan insanlara kökenleri ne olursa olsun bin yıldır Türk derler. Örneğin Kanuni Sultan Süleyman’ın adı “Grand Turc” yani “Büyük Türk”tür.
Babacan diyor ki: “Herkesin kendini bu ülkenin eşit ve özgür bir vatandaşı hissetmesi böylesine güçlü bir vatandaşlık anlayışının hâkim kılınmasıyla mümkündür.”
Oysa Türk yurttaşlığının eşitlik ilkesine dayandığı Anayasamızın 10. maddesinde açıklanır. Denir ki:
“Herkes din, ırk, renk, cinsiyet, siyasi, düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle
ydın’ın Efeler İlçesi Belediye Başkanı Fatih Atay, ilçedeki 8’inci kitap kafeyi açarken, gazeteci ve konuklarına yeni tesisleri gezdirmiş. Eski milletvekili Kemal Anadol Ege’de Sonsöz gazetesine gözlemlerini aktarıyor:
“... Aracımız “Kadın Emeği Tarımsal Üretim Fabrikası” önünde durdu. İçeride tamamı kadın olan emekçiler Ege’nin en değerli ve aranan ürünlerini paketliyordu. Yaprak salamurasıyla her yerde bulunmayan şevketi bostan, kuşkonmaz, deniz börülcesi, deniz fasulyesi, cipez ve enginar konserveleri üzerinde çalışıyorlardı. Bunlara karakılçık buğdayı ile ejder meyvesi, mango, çarkıfelek gibi tropikal meyveler de ilave edilmişti. Aydın ve Ödemiş civarında çok yetişen kaliteli kestanelerin üzerine şerbet dökülüyordu. Şimdiye kadar buralardan toplanıp Bursa’da yapılan kestane tatlıları artık bu fabrikada üretiliyordu.”
***
Sıra ilçenin otizm merkezinde. Kemal Anadol anlatıyor:
“Girdiğimiz dört katlı bina Otizm yaşam merkeziydi. Rehberlik eden öğretmenlerin gezdirdiği
Şimdilerde İstanbul sokaklarında bolca rastladığımız savaş kaçağı Rus gençlerin dedeleri de İstanbul’a sığınmıştı bir zamanlar.
1920 yılıydı… Rusya’da Kızıl Ordu’ya yenilen Beyaz Ordu’yu destekleyen ve adına “Beyaz Rus” dediğimiz insanlar evlerinden kaçarken bir kısmı da İstanbul’a sığındı. Adları Beyaz Rus idi ama Belarus’la ilgileri yoktu. Saf kan Rus idiler. Parasızdılar. Gelir gelmez çalışmaya koyuldular. Soylu adamlardı. 1921 yılında patlak veren tramvay grevinde Rus işçilerle grevin kırılacağı haberleri yayıldığında Presse de Soir gazetesine şu açıklamayı yaptılar:
“Ruslar maddi vaziyetleri ne kadar kötü olursa olsun kendilerini muhabbetle kabul etmiş bu memleketin işçilerinin ekonomik sebeplerle ilan ettikleri greve zarar vermeyi asla düşünmemekte, işçileri desteklemektedirler.”
Rus prensesler, prensler, generaller, profesörler, eski milyonerler sokaklarda sigara, çiçek, vs. satmakta ya da garson veya kapıcı olarak otellerde, lokantalarda boğaz tokluğuna çalışmaktadırlar. Bu arada ressamlar sergi
Hıristiyanlar Noel’i kutluyor. Onlar bayramı kutlayadursun, bizim bazı odaklar halkın dinini bırakıp Hıristiyanlığa özeneceği endişesiyle Noel’e karşı önlem almakla meşguller! Bu arada yılbaşının da Hıristiyan âdeti olduğunu iddia edip vatandaşın o gece eğlenmesini önlemeyi de görev sayıyorlar.
Türkiye neresi? Nelerin ülkesi? Bunun farkına varsak neler kazanırdık?
Yüksek mimar Erdoğan Vata’nın eski bir yazısını kesip koymuşuz dosyaya. Aktaralım:
Hıristiyanlığın 8 ana kutsal makamı vardır ve bunların sadece iki tanesi Anadolu dışındadır: Vatikan ve Kudüs. Hıristiyanlığın kutsal kitabı İncil’in yazılması Anadolu’da gerçekleşmiştir. Meryem Ana’nın mezarı Selçuk’ta, Aziz Nicolas yani Noel Baba’nın mezarı Demre’dedir. Konsül toplantı merkezleri de Tarsus, İskenderun, İznik ve Kapadokya’dadır. Ayrıca Süryaniliğin kâbesi “Darülzaferan Kilisesi” Mardin’de. Ortodoksluğun en büyük dini merkezi olan Fener Patrikhanesi İstanbul’dadır.
Biz emanetimizdeki bu tarihi ve kültürel varlığı dışlamamış olsak, bu değerleri