- Gerek Denktaş gerekse Papadopulos için New Yorkta daha görüşmeler başlamadan, oynamıyorum deyip masadan kalkmak yanlış olurdu. Nitekim bu yanlışı iki taraf da yapmadı. Şimdi müzakere takvimine göre şu olacak; Türk ve Rum tarafları 16 Şubatta Lefkoşada müzakerelere başlayacaklar. Ama tabii ortada abuk sabuk bir durum var ve bu durum Lefkoşadaki görüşmelerde daha da abuk sabuk hale gelecektir.- Nedir o abuk sabuk durum? - Taraflar New Yorkta masadan kalkmamakla birlikte Annanın şartlarına itiraz ettiklerine göre ileriki aşamada ya Annan şartlarını yumuşatacak ya da taraflar Annanın New Yorkta kendileriyle görüşmüş olmalarını itirazları kabul edilmiş gibi yorumlamaya devam edecekler.- Sonra? - Lefkoşada 16 Şubatta başlayıp 25 Martta sona ermesi öngörülen görüşmelerde kimi konularda, örneğin parça devletlerin yasaları konusunda tahminime göre anlaşma olmayacak, olmadığı için de bunları Annan yazacak. Yine tahminime göre Denktaş bunu kabul etmediğini Ankaraya söyleyecek, buyrun, kabul edebiliyorsanız siz edin, diyecek. Bir diğer sorun da şu; müzakere takvimine göre 9 - 10 Nisan tarihlerinde garantör devletler Türkiye, Yunanistan ve İngilterenin ortaya çıkan metni kabul edip
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Kıbrıs görüşmelerinde başlama vuruşu yapıldı. Peki bundan sonra ne olacak?.. Bilkent Üniversitesi'nden Doç. Hasan Ünal anlatıyor:
- Gerek Denktaş gerekse Papadopulos için New York'ta daha görüşmeler başlamadan, oynamıyorum deyip masadan kalkmak yanlış olurdu. Nitekim bu yanlışı iki taraf da yapmadı. Şimdi müzakere takvimine göre şu olacak; Türk ve Rum tarafları 16 Şubat'ta Lefkoşa'da müzakerelere başlayacaklar. Ama tabii ortada abuk sabuk bir durum var ve
bu durum Lefkoşa'daki görüşmelerde
daha da abuk sabuk hale gelecektir.
- Nedir o abuk sabuk durum?
Bilmiyorduk... Meğer Garanti Sigorta Fonu diye bir fon varmış. Bu fon trafik kazası geçiren vatandaşların tedavi masrafları ile ölüm giderlerini karşılamak için kurulmuş. Fon hesabında 110 trilyon lira birikmiş... Hâlâ da birikiyormuş... Neden mi? Çünkü vatandaşın böyle bir fondan haberi yokmuş da ondan. Sağlık Bakanlığının hastane yönetimlerini bilgilendirmemesi... Vatandaşın da yasaları pek bilmemesi yüzünden fona herhangi başvuru olmazken, çok sayıda parasız vatandaş hastane masraflarına boğuluyor. Fondan sorumlu Türkiye Sigorta Reasürans Şirketleri Birliği Genel Sekreteri Bilge Kongar diyor ki:- Trafik sigortası olan araçların yaptıkları kazanın masrafı sigorta tarafından ödenir. Aracın sigortası yoksa ya da araç plakasız ise kaza geçiren vatandaş başvurup tüm masraflarını bizden alabilir... Ancak vatandaşlar bu uygulamayı bilmedikleri için fondan genellikle uyanık avukatlar yararlanıyor...Para nasıl mı alınıyor? Gerekli bilgiyi 0212 324 19 50 nolu telefondan veya www.tsrsb.org adresinden edinmek mümkün... Türkiyede bazen gereksiz şeyler üzerine yüzlerce sayfa yazı okursunuz.. Bazen çok gerekli bilgiler ortada dolaşır ama bir türlü kulağımıza ulaşmaz.. Misal mi? Seçimler
Yeni dünya masalı...
Türkiye'de bazen gereksiz şeyler üzerine yüzlerce sayfa yazı okursunuz.. Bazen çok gerekli bilgiler ortada dolaşır ama bir türlü kulağımıza ulaşmaz.. Misal mi?
Bilmiyorduk... Meğer Garanti Sigorta Fonu diye bir fon varmış. Bu fon trafik kazası geçiren vatandaşların tedavi masrafları ile ölüm giderlerini karşılamak için kurulmuş. Fon hesabında 110 trilyon lira birikmiş... Hâlâ da birikiyormuş... Neden mi? Çünkü vatandaşın böyle bir fondan haberi yokmuş da ondan.
Sağlık Bakanlığı'nın hastane yönetimlerini bilgilendirmemesi... Vatandaşın da yasaları pek bilmemesi yüzünden fona herhangi başvuru olmazken, çok sayıda parasız vatandaş hastane masraflarına boğuluyor. Fondan sorumlu Türkiye Sigorta Reasürans Şirketleri Birliği Genel Sekreteri Bilge Kongar diyor ki:
- Trafik sigortası olan araçların yaptıkları kazanın masrafı sigorta tarafından ödenir. Aracın sigortası yoksa ya da araç plakasız ise kaza geçiren vatandaş başvurup tüm masraflarını bizden alabilir... Ancak vatandaşlar bu uygulamayı bilmedikleri
Gerisini Aksiyon dergisinden okuyoruz:- İstanbulu felce uğratan kar fırtınasının yaşandığı gün, aslında İstanbullular erkenden uyarılacaktı. İstanbula 120 km. uzaklıktaki Çatalcanın İhsaniye köyünün Kuştepe mevkiinde kurulan devasa radar, (22 Ocak) fırtınasından önce çalışmaya başladı. İstanbula yaklaşmakta olan fırtına bulutları takibe alındı. Kar yağışının hangi saatte ve İstanbulun hangi semtinde başlayacağı hesaplandıktan sonra valilik, belediye uyarılacak, ardından meteorolojik ihbar yapılacaktı... Ancak fırtına başlamadan birkaç saat önce, beklemedik bir şey oldu. Ankara ile bağlantı koptu. Veriler kesildi. Radarın üzerine 5 defa yıldırım düştü. 3 milyon dolarlık teknoloji harikası radarın parçaları yüzlece metrelik uçurumdan aşağıya saçılmıştı. Son iki yıldırımla radarın kalkanı ve kubbesi delindi. İstanbul ilk kez New Yorktaki gibi ilk kez erken uyarılacaktı ama olmadı...Bu satırları bize gönderen Prof. Miktat Kadıoğlu diyor ki:- Sen meteoroloji bilimi ile uğraşacaksın, 3 milyon dolarlık meteoroloji radarı kuracaksın ama üzerine bir paratoner koymayacaksın! Pes. Devlet Baba, tanesi 3 milyon dolara meteoroloji radarları sipariş ediyor, bunlardan birini de İstanbul
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Devlet Baba, tanesi 3 milyon dolara meteoroloji radarları sipariş ediyor, bunlardan birini de İstanbul yakınına yerleştiriyor...
Gerisini Aksiyon dergisinden okuyoruz:
- İstanbul'u felce uğratan kar fırtınasının yaşandığı gün, aslında İstanbullular erkenden uyarılacaktı. İstanbul'a 120 km. uzaklıktaki Çatalca'nın İhsaniye köyünün Kuştepe mevkiinde kurulan devasa radar, (22 Ocak) fırtınasından önce çalışmaya başladı. İstanbul'a yaklaşmakta olan fırtına bulutları takibe alındı. Kar yağışının hangi saatte ve İstanbul'un hangi semtinde başlayacağı hesaplandıktan sonra valilik, belediye uyarılacak, ardından meteorolojik ihbar yapılacaktı... Ancak fırtına başlamadan birkaç saat önce, beklemedik bir şey oldu. Ankara ile bağlantı koptu. Veriler kesildi. Radarın üzerine 5 defa yıldırım düştü. 3 milyon dolarlık teknoloji harikası radarın parçaları yüzlece metrelik uçurumdan aşağıya saçılmıştı. Son iki yıldırımla radarın kalkanı ve kubbesi delindi. İstanbul ilk kez New York'taki gibi ilk kez erken uyarılacaktı ama olmadı...
Bu satırları bize gönderen Prof. Miktat Kadıoğlu diyor ki:
- Sen meteoroloji bilimi ile uğraşacaksın, 3 milyon dolarlık meteoroloji
Tankların geçişini gören İskender içini çekmiş, - Ah!.. Ah!.. demiş, bu savaş arabaları bende olsaydı, daha nerelere kadar giderdim. Biraz sonra, füzeleri gören, Julius Cesar, - Ah... demiş, bu güdümlü oklar bende olsaydı, Hindistana kadar giderdim. Napoleon ise dikkatle elindeki resmi yayın organı Pravdayı okumaktaymış. Biraz sonra kafasını kaldırıp yanındakilere, - Şu gazete gibi bir yayın organım olsaydı, bütün dünyayı Rusya bozgununun bir zafer olduğuna inandırırdım, başıma bunlar gelmezdi. ***Ne var ki kimi zaman medya da yetmiyor eğriyi doğru göstermeye...Aslanım benim Annana havasını attı... Beyaz Sarayda bacak bacak üstüne attı... Yunanistana postasını attı... Kıbrıs konusunda bir adım öne attı... Derken bir de baktık öne atılan adım bataklığa girmemiş mi?Kuzey Irakta kazık yediğin başına çuval geçiren ABDden medet umacak...ABye giremezsek felaket olur, diye sürekli taviz vermeye niyetli görünecek...Sonra da şeytan masasından kazançlı kalkmayı umacaksın...Mümkün mü? Bu kafayla ne mümkün diye sorarsanız.. Kıbrıs verilir, verildiğiyle kalınır... Fıkralar Ali Sirmenden...Sovyetler Birliğinin şaşaalı döneminde, tarihin üç büyük asker kişisi, İskender, Julius Cesar ve Napoleon,
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Fıkralar Ali Sirmen'den...Sovyetler Birliği'nin şaşaalı döneminde, tarihin üç büyük asker kişisi, İskender, Julius Cesar ve Napoleon, Kızıl Meydan'da, 1 Mayıs törenlerini, Brejnev'in yanında, şeref tribününden izliyorlarmış.
Tankların geçişini gören İskender içini çekmiş,
- Ah!.. Ah!.. demiş, bu savaş arabaları bende olsaydı, daha nerelere kadar giderdim.
Biraz sonra, füzeleri gören, Julius Cesar,
- Ah... demiş, bu güdümlü oklar bende olsaydı, Hindistan'a kadar giderdim.