Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

... 1952 sonbaharında Paris'e gelen Abidin, tam anlamıyla beş parasızdı. Ve o sıradaki dostlarından Dada akımının yaratıcısı Tristan Tzara'nın önerisiyle Picasso'nun Güney Fransa'da Vallauris'teki seramik atölyesine yollanmıştı. O günleri Abidin şöyle anımsıyor: - Orada seramik çalışıyordum ama amacım seramikçi olmak değildi. Her sabah aynı masada Picasso ile ve haftanın 3 günü de Chagall ile birlikte çalışmak olağanüstü güzellikte bir ayrıcalıktı. Picasso ile Chagall... Birbirlerine bu kadar zıt fakat birbiriyle bu kadar iyi anlaşan iki yaratıcıyı o güne kadar hiç görmemiştim... Picasso bir gün elinde biçimlendirdiği çamuru bırakıp, atölyenin içinde topallaya topallaya yürümeye başladı. Picasso'nun olağanüstü bir mim yeteneği vardı. Yürürken şöyle dedi: "Ben işte aynen böyle topallarım"... Sonra farklı bir biçimde topallamaya başladı ve "Chagall de böyle topallar" dedi. Daha sonra bana dönüp, "Sen de şöyle topallarsın" deyip beni taklit etti. Bütün bunları çok iyi oynadı. Ne demek istiyordu usta? Sanki şunu: Hepimizin sonuçta belli sayıda eksikleri vardır ve işte bunlardır bizim özgünlüğümüzü, üslubumuzu yaratan. Donup kalmıştım o gün: Çünkü usta Chagall'in eksiklerinin onun özgünlüğünü yarattığını gösteriyordu. Chagall'i Chagall yapan onun "defoları" (hataları)ydı ... Tabii Picasso'yu Picasso yapan da onun defoları... Elbette bu defoların yanına ustaların o sonsuz zenginlikteki yeteneklerini de eklemek lazım. O gün Picasso'nun ne demek istediğini anlamıştım. Ve dersimi almıştım...." Abidin Dino 7 Aralık 1993 tarihinde, tam 80 yaşında, Paris'te hayata gözlerini yummuştu. Bu hafta ölüm yıldönümüydü. Hayatta olduğu yıllarda Abidin'le uzun konuşmalar yapan Prof. Şehmuz Güzel, Türkiye'deki Picasso günlerini de göz önüne alarak, aşağıdaki satırları göndermiş: AKP'nin yaptırdığı ankette vatandaşlar, hükümeti işsizlik, yolsuzluk ve yoksulluk konularında başarısız bulmuşlar. Anket sonucu morallerini bozduysa bir anket de işadamları arasında yaptırsınlar... Düzelir... Hükümet için "Çok geziyorlar" dedikodusu yapılıyor, hükümet ise "Çalışıyoruz" diyor. Sonuç olarak gezerek çalışıyorlar.Gülhan Kökçe diyor ki: Eeee, memleket oturduğun yerden pazarlanır mı? Pazarlamacı dediğin; bisküvi satıyorsa bakkal bakkal, memleket pazarlıyorsa ülke ülke gezmeli....Biz de değişen dünyaya ayak uyduralım; bakan yerine gezen, başbakan yerine başgezen, bakanlar kurulu yerine gezenler kurulu diyelim. Meydanlarda "bakan istifa" yerine "gezen istifa" diye bağıralım! Başgezen Erdoğan İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş, "Üniversite öğrencileri yoğunluk yaratıyor, üniversiteler İstanbul dışına taşınmalı" demiş. Üniversiteler dışarı, Dubaililer içeri! Ayrıca üniversite binaları da pazarlamacılarda iştah yaratıyor... 'Benim daha da merakımı çeken nokta, Yücel Aşkın olayında Avrupa Birliği yetkililerinin seslerinin çıkmaması. Bugüne kadar çıt yok. Kürt sorunu ile ilgili meltem esse ayaklanırlar. Askerler iki kelime etse yapmadıkları açıklama kalmaz. Şimdi neredeler?'Bu satırların sahibi kim mi? AB'yi yıllardır demokrasi yolu olarak gören ve gösteren meslektaşımız M. Ali Birand... AB'nin Yücel Aşkın olayındaki sessizliği onu da ayaklandırmış. Oysa şaşıracak bir şey var mı? AB'nin gerçek yüzü hâlâ görülmedi mi? "İnsan haklarını savunuyor" görüntüsü altında Türkiye'yi oluşturan etnik ve dinsel gruplara sahip çıkarak onları devlete karşı kışkırtmak... Askerlerin elini kolunu bağlayıp AKP'yi rahatlatmak, ulusal direnişi zayıflatmak. Ülkemizi çevreleyen Kıbrıs, Yunanistan, Ermenistan'ı Türkiye'ye karşı destekleyerek dış kuşatmayı güçlendirmek. AB, Türkiye'yi üyeliğe alacak gibi yaparak sürekli kendi lehine Türkiye aleyhine çalışıyor. AKP iktidarının AB'ye gireceği falan yok, onlar da AB'nin TSK'yı bağlamasından yararlanıyor... Kendi "Ilımlı islam" hayalini hayata geçirmeye çalışıyor... Türkiye'ye karşı AKP - AB işbirliği yürüyor... Günaydınnn kardeş! Hasan Cemal, "Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim" adlı kitabında, beni de gazeteyi yıkan suçlular arasına koymuş... Bakınız, kitabın 528. sayfasında neler yazıyor:"Kavgaya kasım ayının ilk haftasında 110 binle girmiştik. 9 - 15 Kasım 1991 arası, yani ilk hafta 40 bin düştü tiraj. Satış 68 bin civarındaydı. O sırada bir "yalan haber"in tirajı düşürmekteki rolünü yaşadık. Yalan haberin altındaki imza Melih Aşık'tı. Milliyet'teki köşesinde balonu uçurmuştu:"Cumhuriyet'in imzasız başyazılarını Mehmet Barlas yazıyor!"* * *Bu iddiayı geçen yıl Hasan'ın en yakın çalışma arkadaşı Okay Gönensin de ileri sürmüştü. Tiraj 60 binlerde durmuş, ben "Başyazıları Mehmet Barlas" yazıyor diye bir balon haber uçurunca her şeyi bitirmişim!Arşivi açtım. 10 Kasım 1991 tarihli gazetede, Haftüalite başlığı altında haftanın birkaç olayını esprili dille yazmaya çalışmışız. Küçük bir bölüm de Cumhuriyet kavgasına ayrılmış. Şöyle diyoruz:"... İşte haftanın en "basın"çlı olayı... Cumhuriyet gazetesinde yaşananlar... Nadir Nadi'nin sağlığında "nadir" bir gazete olan Cumhuriyet'te Nadi'nin vefatıyla gelişen gelişmeler... Gazetenin yazarlarının istifaları... Gazetenin baş sayfasında isimsiz yazılıp altında "Cumhuriyet" kelimesi bulunan, ama üslubundan Mehmet Barlas'a ait olduğu sanılan ifadeler ve belli kişi ve kuruluşlara iltifatlar... Ve yazarların ardından "Cumhuriyet okur"luğundan istifalar. İstifada okur - yazar dayanışmasının ilk örneği..."İşte tiraj düşüren müthiş bölüm bu... Lütfen bakınız. "Başyazıda Mehmet Barlas'a ait olduğu sanılan ifadeler var" lafı nerede, "Başyazıları Mehmet Barlas yazıyor" lafı nerede? Cumhuriyet okuru bunları aynı anlama çekecek kadar zekâ özürlü olabilir mi? İlhan Selçuk ve arkadaşları Cumhuriyet'ten ayrıldığı halde gazeteyi bırakmamış okurlar, ben "Başyazıda Mehmet Barlas'a ait olduğu sanılan ifadeler var" deyince gazeteyi şıp diye bırakıyor. Yani gazeteyi Hasan Cemal ve arkadaşlarının çıkarmasından memnun ama Mehmet Barlas'ın başyazı yazmasına tahammül edemiyor? Aralarında ne fark varsa...Tarih de tutmuyor. Hasan tirajın düştüğü ilk hafta olarak 9 - 15 Kasım arasını veriyor. Benim yazımın daha sonra yazıldığını ima ediyor. Oysa yazı 10 Kasım'da yazılmış. Yani ilk haftanın başında. Yazının tiraja etkisini ölçmek mümkün değil. Özeti... Hasan Cemal, 1991'de Özal rüzgârını da arkasına alarak Cumhuriyet'i Cumhuriyet yapan kadroyu tasfiye etmeye çalıştı. Gazeteyi sağ çizgiye oturtarak yaşatma hayalindeydi. Başaramadı. Hasan Cemal'i Cumhuriyet okuru tasfiye etti. Hasan neden başarısız olduğunu hâlâ anlayamamış. Kendi başarısızlığına kendi dışında suçlular arıyor. Esas dram da burada...(İster misiniz, kitap satmazsa Hasan onun kabahatini de bu yazıya bulsun!) m.asik@milliyet.com.tr Cumhuriyet olayı