Melih AŞIK
"Türkeş'in Son 10 Günü" birkaç gündür Radikal'de yayınlanmakta olan yazı dizisinin adı..."Başbuğ'a uzanan eller kırılır!" ise, dizinin yayınlanmasına tepki gösteren 100 kadar öfkeli MHP'linin, önceki gün Radikal'in Ankara Bürosu önünde attıkları slogan...Radikal çalışanları, binanın pencereleri önünde, aşağıda slogan atan öfkeli kalabalığı izliyorlardı ki, kendileri gibi kalabalığı izlemekte olan bir polis şefi bir süre sonra yukarı çıkarak yanlarına geldi; uyarıda bulundu:
-
Pencerelerin önünden çekilin arkadaşlar!Bir arkadaşımız, "niye?" diye sorunca, polis şefi soruyu doğal bir tonda şöyle yanıtladı:
-
Aşağıdakilerin yanından geliyorum. Şunlara söyle, pencerelere çıkmasınlar, yoksa silahlı saldırıya geçeriz, dediler.Geçen hafta hayattan ayrılan Rahibe
Theresa'nın unutulmaz sözlerinden biri şuydu:
"Bin kişiye yardım edemiyorsanız, bir kişiye edin"
Herkesin bir biçimde başkasına yardım edecek gücü vardır aslında... Çoğunlukla ya unutur, ya ihmal eder. O yüzden
Yağmur Adsız'ın şu dizelerini insan, her gün kendine sorulmuş hissetmelidir:
"Bir tek fakirin çorbasına
Bir tutam tuz attınız mı?"
Ünilever Fabrikası işçilerinin her ay 36 üniversite öğrencisine burs sağladığını bu sütunda okumuş olmalısınız... İlkokul öğrencilerinin harçlıklarını biriktirip üniversiteli ağabey ve ablalarına burs olarak verdiğini de... Eğer "Şu işçiler ve çocuklar kadar da olamıyor muyuz?" diye düşünüyorsanız.. Size bir telefon numarası: 0212 252 03 53... Çeviriniz...
Söz kentlerin korunmasından, insanların yaşadıkları yere ve mimari eserlere saygısından açılınca... Bir küçük ama anlamlı örneği buraya sıkıştıralım...
İngiltere'nin Bath kentinde "hilal" biçiminde inşa edilmiş, "Royal Crescent" adı verilen bir evler dizisi var... Mimaride bir başka örneği olmayan, ikiyüz yıllık ilginç bir yapı... Bu evlerin bir bölümü halen konut olarak kullanılıyor. Bir bölümüne ise 5 yıldızlı bir otel yerleşmiş. Ancak... Bu otelin dışına değil en küçük bir tabela, kapı zili konulmasına bile izin verilmemiş... Çünkü, elin oğlu, oraya çivi çakma izni verdiğinde ardından neyin geleceğini, para hırsının tarihi binayı ne hale getireceğini iyi biliyor. O yüzden Avrupa'nın tarihi kentleri tüm orijinalliği ile bir yüzyıldan ötekine taşınıyor. Bizimkiler ise malum...
Yeni adli yıl dün başladı. Yurdun çeşitli yörelerinde bu nedenle törenler yapıldı, nutuklar atıldı. Gün bitti. Adliye kendi sorunlarıyla başbaşa kaldı. Arkadaşımız
Fahrettin Fidan dün Adli Yıl açılışında rastladığı
Erşan Şansal'la sohbet ederken, kendisinden "adli dram"ı yansıtan öyküler dinledi. Şansal anlatıyor:
- Afyon Asliye Ceza Mahkemesi'nde bir davam var. 5 İranlı mülteci yargılanıyor. Dava sonuçlandı, mahkeme kararını verdi. Yargıtay kararı bozdu. Bozma kararına ilişkin dosyayı Afyon Asliye Ceza Mahkemesi'ne gönderdi. Ben de bekliyorum ki, dosyanın bir örneği oradan bana gelsin. Ancak aradan aylar geçti, gelen hiçbir şey yok. Bir gün kapımı polis çaldı:
- Size bir tebligat var...
Baktım, 20 gün önce yapılmış, bitmiş duruşmanın dosyası. Tebligatı kabul etmedim tabii. Gecikmenin nedenini araştırdım.
-
Neymiş sebep?-Mahkeme, pul parası olmadığı için tebligatı PTT aracılığıyla gönderememiş. Afyon Emniyet Müdürlüğü'ne yazı yazmış, orası Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne...Orası da Çankaya Emniyet Müdürlüğü'ne...Tebligat bu yüzden gecikmiş. Ve gördüm ki, Emniyet'in bu yazışmalar için harcadığı para bir milyon lira...Oysa tebligatı mahkeme doğrudan gönderebilseydi, harcayacağı pul parası sadece 300 bin lira olacaktı.
***
Söz adliye binalarının pejmürdeliğine geliyor... Erşan Şansal diyor ki:
-
Turgut Kazan, İstanbul Barosu Başkanı'yken bir gün Paris'e gitmiş. Saray gibi yapıları gördükçe yanındakilere, bunların ne binaları olduğunu sormuş. Adliye binaları, yanıtını alınca dayanamamış, yahu demiş, burada hiç orduevi yok mu?..
Dikkat edin, bizde, en izbe, en köhne binalar adliye binalarıdır. Ama hepsinin üzerinde "Adliye Sarayı" yazar.
***
"Adalet reformu" her partinin programında ve seçim vaatleri arasında yer alır. Ancak iktidar koltuğuna oturan her parti, caka satmak iş yapmaktan daha keyifli olduğundan, bu vaadini unutur. Adliye Sarayları bu yüzden, hukuk adamlarının da tüm çabasına rağmen, birer "eziyet sarayı"dır.
Leydi
Diana'nın cenaze töreninde dikkatinizi çekmiş olmalıdır... İngiltere tahtının varisi Veliaht
William ve kardeşi
Harry dahil, İngiltere Kraliyet ailesi halkla içiçeydi. Çevrelerinde hiçbir koruma görünmüyordu. Kendilerini göstermeyen bir iki korumanın da yapabileceği birşey yoktu. İngiltere bizden çok farklı bir ülke mi? Yoo... Orada da İRA terörü var. Meczup var. Mafya tetikçisi, hırsız, uğursuz var. Ama ne siyasetçilerin ne Kraliyet ailesinin çevresinde
"korku zırhı" görünüyor. O takdirde o görevlerde bulunmanın abes olacağını biliyorlar. Halk da biliyor.
İzmir'de köfte, döner, adana ve şişten oluşan karışık ızgara et yemeğine
"Vali" deniyor. Konak'taki bir lokantada ısmarladığı
"Vali"nin bir türlü gelmemesi üzerine şef garsonu uyaran arkadaşımız
Cihan Demirci şu cevabı aldı:
- Abicim sizin Vali'nin tayini çıktı hemen geliyor!..
"Ceset torbası" gibi ayrıntılarla uğraşacağımıza, oldu olacak bütün arabaları "cenaze arabası"na dönüştürsek ya?..
***
"Özel Hayatı Koruma Yasası" hazırlanıyormuş...
Oysa bize asıl yakışan "Şöhretini Sansasyonla Koruma Yasası" değil midir?..
***
Yazara EmailM.Asik@milliyet.com.tr