Açık Pencere Türkçe kökenli sözcükleri bırakın, konuşma ve yazışmalarda Arapça sözcükleri kullanın... Örneğin; doğal yerine tabii, durum yerine vaziyet, koşul yerine şart, özel yerine hususi, kapsamak yerine ihtiva etmek, yetki yerine salahiyet vb. deyiniz...Peki, personeline bu tavsiyeyi yapan Sayın Bakan, geçen perşembe günü bakanlığının bütçesinin görüşüldüğü TBMM'de basına da dağıttığı konuşma metninde ne gibi sözcükler kullanmıştı? Bazılarını sıralayalım; doğa, durum, koşul, özel, tüzel, kapsamak, ek, ilişkin, zorunluluk, çevresel, süreç, yasal, yetki, yetkilendirme, kapsam, tarımsal, atık, yakıt, ilke, etkin, bileşen, tüm, belge, belgesel, taşınım, salınım, güncel, güncelleme, aşama, bütüncül, fiziksel, kimyasal, bölgesel, sayısal, doğrultu, katman...Demek ki neymiş? Sayın Bakan da meramını ancak Türkçe sözcüklerle ifade edebiliyormuş... O Arapça özentisi nereden çıktı peki? Ne diyordu Çevre ve Orman Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği personeline gönderdiği "Bakan Veysel Eroğlu'nun hassasiyet gösterdiği kelimeler" başlıklı listede? "İzmir'i, Diyarbakır'ı, Eskişehir'i, Edirne'yi istiyorum!" Anadolu işgali öncesinde Venizelos'un değil, yerel seçimler öncesinde Erdoğan'ın kurmaylarına verdiği hedef... Asu Maro arkadaşımız dün Süreyya Ayhan'ın dramatik öyküsünü anlattığı yazısını şöyle noktalıyordu:"Zaten bu başarı baştan beri içimize sinmemişti değil mi? Ayağının tökezleyeceği anı beklemiştik işte geldi."Evet tam öyle oldu... Medya daha baştan pistteki derecelerinden çok aşkıyla ilgilenmişti. Bazı magandalar ahlak bekçiliğine soyundu, hocasıyla ilişkilerine taktı. Kız evlendi, bu defa "Sen bu adamla şampiyon olamazsın"a geldi iş... Bu tür ulusal yeteneklerin yaşamından toplum da sorumludur. Üzerinde titrer, korur, analık, babalık, hocalık eder. Süreyya toplumca yönetilemedi... Korunmadı... Tam tersine örselendi. Onu elbirliğiyle yetiştirip kazanacağı başarılardan manevi tat almaktı bize düşen. Ama böyle ince zevklerimiz pek yoktu. Onu magazinleştirmenin, çekiştirmenin, çelmelemenin keyfini yeğledik. Sonunda onu yok edip rahatlamış durumdayız...Bu başarı başta beri içimize sinmemişti zaten! Bize göre fazla bir şeydi!.. Süreyya Ayhan... Milli Eğitim Bakanı Çelik, Abdullah Gül'ü "Başöğretmen" ilan etmiş. Ilımlı İslama geçiş döneminin de bir başöğretmeninin olması gerekir tabii... Devlet, 1 Aralık'tan itibaren özel eğitim kurumlarında eğitim gören özürlü çocuklar için para ödemeyecek. Milli Eğitim Bakanlığı'nın bu konuya ilişkin 21 Kasım tarihli genelgesinden geçen gün söz etmiştik. Yaşanacak sorunları özel eğitim kurumu yetkilisiyle konuşuyoruz:- Türkiye'de özel eğitim gerektiren özürlü çocuk sayısı 700 bin civarında. Bunların 170 bin kadarı özel eğitim kurumlarına gidiyor. Kalanı ya hiç eğitim görmüyor ya da normal çocuklarla aynı sınıflarda görüyor. Genelgenin yürürlüğe girmesiyle birlikte 20 bin kadar aile 388 YTL'yi cebinden ödeyebilir. Geri kalan 150 bin kadar çocuk devlet okullarına nakledilecek. Özürlü olmayan çocuklarla aynı sınıflarda eğitim görmeye başlayacak. Bu da kaçınılmaz olarak hem özürlü hem de özürlü olmayan çocukların eğitimlerine büyük sekte vuracak. - Örneğin?- Bu tür çocuklar için en fazla 12 kişilik özel sınıflar, uzman öğretmenler gerek. Kimi durumlarda ise bir iki öğrenciye bir sınıf ve bir uzman tahsisi şart. Çünkü bu eğitimin özelliği bunu gerektiyor ve devlet bizden bu koşulların tamamını yerine getirmemizi istiyor. Peki, devlet bunu yapabilecek mi? Üstelik de birkaç gün içinde! Nelerin yaşanağı şimdiden belli; özürlü ve özürlü olmayan çocuklar aynı sınıflara doldurulacak, öğretmenlere de, haydi tümünü birden eğitin denilecek. Bu durumda hem özürlü hem de özürlü olmayan çocuklara yazık edilecek.- Peki, devletin bu sorunu önümüzdeki öğretim yılından itibaren çözmesi mümkün değil mi?- Değil... En az 8 - 10 yıl lazım. Çünkü devletin bu çocuklara yetebilecek ne okulu var ne de uzman öğretmeni. Bir kaos yaşanacak... Özürlü genelge - 2 Mustafa Mutlu arkadaşımız Vatan'daki köşesinde dini kişisel çıkar için kullananları "ayakkabı hırsızına" benzetiyor ve şöyle diyor:- Siz namazınızı kılmak için camiye gidersiniz ama çıkışta bir bakarsınız ayakkabınız yok. Peki, kim çalmış olabilir? "Görünürde" sizin gibi camiye "ibadet"e gelen, ama asıl amacı farklı olan biri! O hırsızlara karşı en uyanık olması gereken kesim de doğal olarak "gerçek dindarlar"dır... m.asik@milliyet.com.tr Ayakkabı hırsızı