William Shirer’in “Nazi İmparatorluğu” adlı kitabının 348 ve izleyen sayfalarını okuyoruz...
Adalet Müşaviri Dr. Hans Frank yargıçlara sesleniyor:
- Nasyonal sosyalizm karşısında hukuk bağımsızlığı yoktur. Vereceğiniz her kararda önce kendinize şunu sorunuz: “Benim yerimde Führer olsa nasıl karar verirdi?”...
Bazı yargıçlar yine de hukuktan tamamen vazgeçmemiş. Mesela 1934 Mart’ında Reichstag yangınının dört komünist sanığından üçünü Reichsgericht yani Alman Yüksek Mahkemesi beraat ettirmiş. Bu olay Hitler ve Goering’i o kadar öfkelendirmiş ki... Vatana ihanet davaları yüksek mahkemeden alınmış, Volksgerichtshof yani “halk mahkemesi” adı verilen yeni bir mahkemeye verilmiş. Okuyoruz:
“Yeni mahkeme kısa sürede ülkenin en korkunç mahkemesi oldu. Mahkemede meslekten gelme dört yargıç vardı; öteki beş yargıç partilerden, S.S’lerden ve ordudan seçilmişlerdi. Böylece çoğunluk meslekten gelmeyen yargıçlarda oluşuyordu.”
Devam ediyor:
“Bu korkunç halk mahkemesinden bir süre önce kurulmuş olan bir başka mahkeme daha vardı; Sondergericht yani Özel Mahkeme... Siyasi davalara bu mahkemeler bakardı. Özel mahkemelerin amacı, 21 Mart 1933 tarihli kuruluş kanununa göre, ‘hükümete karşı girişilen gizli saldırı olaylarına’ bakmaktı. Özel mahkemelerde üç yargıç vardı ve bu yargıçlar her zaman güvenilir parti üyelerinden seçilirdi...”
* * *
Mahkemeleri partiye bağlamak... Çoğunluğu yargıçlardan oluşmayan mahkemeler kurmak... Siyasi çıkarları hukuk diye yutturmak... Bugün bazı kafalar hâlâ o sistemlerin peşinde...
Yem sahası...
Böyük basınımız dün Ali Sami Yen Stadı’nın 416 milyon liraya satılmasını (ikram edilmesini) birinci sayfalarda genellikle zafer havasında vermişti. ‘Golü TOKİ Attı’ diye başlık atan dahi vardı. Golü yiyenin o arazinin gerçek sahibi olan vatandaş olduğu es geçilmişti. Bu satışın halka faydası! sadece gelecekte trafiğin daha fazla tıkanması olacak. Orada yapılacak gökdelenler yüzünden trafik tıkandığında öncelikle yine bu haberleri yapan gazeteci arkadaşlar şikâyetçi olacak. O sırada oflayıp poflayıp birilerini suçlayacaklar ama hiç kendilerini suçlamak akıllarına gelmeyecek.
Fabrika...
Dünyada en keyifli üretimin yapıldığı fabrika hangisidir?
Herhalde kültür ve sanat fabrikası..
Böyle bir fabrika İzmir’de var... Fabrikayı kuran, İzmirli ünlü işadamı Dündar Soyer’in oğlu Mehmet Soyer anlatıyor:
“1967’de Türkiye’nin ilk somun ve civata fabrikası olarak faaliyete geçen bu tesis 2002’ye kadar üretimini sürdürdü. Bu tarihte sanayicilikten vazgeçtik. İzmir Ticaret Odası Başkanlığı da yapmış olan babam Dündar Soyer, kültür ve sanata büyük önem verirdi. Bu çalışmayı da rahmetli babamın bir vasiyeti olarak gördüm...”
Mehmet Soyer civata fabrikasını satsa en az 30 milyon doların sahibi olurdu. Ama o üzerine yüz binlerce lira harcayıp sanat fabrikası yaratmayı tercih etmiş. Kendisi bütün işlerini tasfiye etmiş. Fabrikanın başına geçmiş.
Hafta içinde bu neşe dolu fabrikayı gezme fırsatı bulduk...
İçinde sinema,tiyatro, konser salonları... Resim, heykel, fotoğraf, film atölyeleri... Dans ve spor salonları... Müzik kursları... Sanatla ilgili hangi çalışmayı ararsanız var.
Şu anda yüzlerce çocuk fabrikada sanat öğreniyor, sanat üretiyor... Ama orada daha yüzlercesine de yer var.
İzmir sanat ve kültür yönünden İstanbul’un gölgesinde kalmış bir kent... Neden kendi kültür ve sanat karakterini oluşturmasın? Hatta öne geçmesin?
İzmirliler çocuklarını sanatla buluşturmalı. İzmirin varlıklı kesimleri Mehmet Soyer’i izleyerek kentin kültürüne bu çeşit katkılar sunmalı. Uygar insan, parasını, diğer insanların kişiliğinin zenginleşmesi ve mutluluğu için kullanan insandır.
The Economist dergisi cumhurbaşkanlığı için Gül ve Erdoğan arasında “adı konulmamış bir mücadele” olduğunu yazmış.
Ad koyalım o zaman: “Aldın Gül’üm, ver Gül’üm”...
Haldun Ertem
Küçüksu
Çocukluğumuzun şen günlerinin bazısı da Küçüksu Çayırı’nda geçti. Uçsuz bucaksız bir yeşillikti orası... Pazar günleri bayram yerine dönerdi. Sıra sıra kazanlarda sütlü mısır kaynardı. Dondurmacılar, macuncular, simitçiler, niyetçiler... Rengârenk insanlar... Şairlere, bestekârlara, ressamlara ilham kaynağı olmuş, kocaman bir bayram yeriydi Küçüksu... Bu cennet parçası 1971 yılında Boğaz Köprüsü yapımında şantiye alanına çevrildi. Yıllar sonra tam kendine gelme aşamasında 2. boğaz köprüsü ve İSKİ şantiyesi olarak kullanılmaya başlandı. Şimdi sırada üçüncü köprü var. Anadoluhisarı Turizm Kalkındırma Derneği, Küçüksu’yu yeniden canlandırmak için 23 Mayıs 2010 Pazar günü orada halk pikniği düzenliyor.
Küçüksu’ya sahip çıkalım...